Kemal Kılıçdaroğlu ve Gennadiy Zyuganov.
Bu iki insanın ne ortak yönü olabilir ki?
Çoook!..
İkisi de lider. Hem de ana muhalefetin lideri.
Kılıçdaroğlu’nun liderliği 8 yılı geçti. Zyuganov çeyrek yüzyılı geride bıraktı.
Her ikisi de iktidar karşısında girdikleri bütün seçimleri kaybetmesiyle ünlü.
Ama koltuklarından asla kalkmak istemiyorlar.
Devletin arkasındaki muhalifler
Rusya Komünist Partisi’nin lideri Zyuganov, komünizmi iyice eğdi büktü; milliyetçiliği de dini de içine soktu. “Nasılsa rakip yok” kontenjanından istifini pek bozmuyor. Ama partisi giderek zayıflıyor. Bir sonraki seçimlerde üçüncülüğe düşerse hiç şaşırmam.
Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kılıçdaroğlu da... şey... sosyal demokrat yazacaktım az kalsın; bir gülme tuttu... Neyse işte. Hem solcu, hem milliyetçi, hem devletçi falan... Son yıllarda sürekli “sağa açılarak CHP’yi güçlendiremeye” çalışıyor. Beceremiyor ama vazgeçmiyor da.
Zyuganov Putin’i çok sert kınar. Vallahi hiç acımaz!
Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ı. Mangalda kül bırakmayana kadar!
İkisi de devlet başkanlarını eleştirirken taraftarlarından çok alkış alırlar Allah için. Yıkılır salonlar! “Mutluluğun resmi” o anlardadır onlar için. Koca Rusya ve koca Türkiye, hatta koskoca dünya yoktur; o küçük parti toplantı salonları vardır hayatın en önemli merkezleri olarak...
Ammaaaa...
Kritik konular gündeme gelince, “devletin bekası” söz konusu olunca işler değişiiir!..
Zyuganov Putin’in arkasındadır ve asla devlet yönetimine söz söyle(t)mez.
Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın peşine takılır ve en fazla Erdoğan’ın dediklerinden bir ton fazlasını söyleyerek kendi farkını ortaya koymaya çabalar.
Söz gelimi dün Çeçenlerle savaşan Putin’i Zyuganov nasıl desteklediyse, bugün Kürtlere karşı Erdoğan’ın yanında aynı sağlamlıkta duran bir Kılıçdaroğlu vardır. Dokunulmazlıkların kaldırılmasından tutun, son günlerde “ABD’ye karşı tek vücut olan partilerin” HDP’yi yanlarına almamasındaki sessiz korkaklığa kadar...
Ha, bu arada her iki muhalif lider de ABD’ye çok karşıdır.
Ne zaman ki Putin ve Erdoğan Washington’a karşı seslerini yükseltirler, bu iki muhalif bey bağırmaktan öte çığlıklar atarak Amerikan karşıtlığında ileri çıkmaya çabalar (son günlerde Kemal Bey’in ABD’ye karşı alınması gereken önlemler konusundaki talepleri gerçekten gülümseme yaratan türdendi).
Siyasi dekorasyonun parçası olmak
Hem Kılıçdaroğlu, hem de Zyuganov’un huzur kaynağı başka bir yerdedir: Koca ülkenin siyaset sahnesinde önemli ve vazgeçilmez bir rolleri vardır. Muhalefetin, hem de öyle böyle değil, “ana muhalefetin” başında olmak.
Her ne kadar ülkelerindeki siyasette bu iki kişiye hiçbir şey sorulmasa da, bunlar sahne dekorasyonundaki temel unsurlardan biri gibi kapladıkları yerlerde gururla dururlar.
Yaptıkları eylemler sınırlıdır.
Rus komünistleri emeklilik yaş sınırının arttırılmasına karşı sokağa çıktı son zamanlarda. Onun dışında 1 Mayıs gibi resmî bayramlarda ve Sovyet geçmişinden kalma bazı günlerde balonlarla miting yaparlar.
Bizim CHP fazla bir şey yapmaz. Kemal Bey sokağa çıkmayı pek sevmez... sevmezdi ama gün geldi Adalet Yürüyüşü düzenledi. Hatta ayakları yara bere içinde kaldı. Ancak sonra yine yürümemeye ve "bir gün yeni bir Adalet Yürüyüşü yaparız” beklentisiyle kitlesini avutmaya devam ediyor. Ona her ay, her hafta, hatta her gün sokağa çıkmak gerektiğini anlatmayı deneseniz, sizi bir dakika bile yanında tutmaz.
İkisi de “uygar” muhalefeti temsil eder; Kılıçdaroğlu da, Zyuganov da.
Dışardan baksanız bu ikisinin de üstün zekasını fark etmeyebilirsiniz, ama yakından bakınca...
Koltuklarını öyle bir ustalıkla garantiye almışlardır ki... Dünya yıkılsa üzerinden kalkmazlar.
Sıkıcı ve korkak bir lider
Sovyetler’de yaşadığım yıllarda Sovyetler Birliği Komünist Partisi zaten tekti. İlgimin odağında ister istemez o vardı.
90’ların başında, “yeni Rusya”da komünistlerin her adımını izledim. Ara sıra sarf edilen “yeni bir sosyalizm kuracağız”, “güler yüzlü ve insani bir model yaratacağız” gibi söylemleri satır satır okudum. Ama bu laflar hep boşluğa açılıyor, altları bir türlü dolmuyordu.
Sonra bu sözüm ona yeni partiye eskinin bütün şaibeli yöneticileri de doldu. “Yeltsin’e muhalefet etme” iddiasıyla ortaya çıkanlar arasında adı yolsuzluğa, baskılara karışmış sürüyle insan vardı. Mesele, yeni siyasi yapıda korunaklı bir yer tutmaktı. Eh tuttular da.
Kitleleri peşinden sürükleyebilecek, karizmatik ve parlak bir lider olmadığı ilk bakışta bile kolayca anlaşılan Zyuganov’un şapkasından ne çıkarabileceğini bekledim durdum.
O hep aynı sıkıcılıktaydı.
Bunu hisseden sadece ben değildim ki, kitlesi giderek daralmaya başladı.
Çok bağırıp çağırmasına karşın ürkek bir lider portresini yıkamadı. Onunla ilgili en önemli iddia (yoksa açıklama mı deseydim?) Rusya’nın eski Devlet Başkanı Medvedev’den geldi: “Aslında 1996 başkanlık seçimlerini Yeltsin’in kazanmadığını biliyorduk”.
Yani? İkinci tura kalan seçimleri Zyuganov kazanmıştı. Ama tehditlere karşı hazırlıklı ve korkusuz değildi. Yasadışı sonuçlara boyun eğmiş, bir daha da bu konuyu açmamıştı.
2000’lerin ortalarında fark ettim ki medyadaki Rusya Federasyonu Komünist Partisi haberleriyle giderek daha az ilgileniyordum. Yıllar içinde Zyuganov’un ve partisinin renksizliğinden bıkmıştım. Sadece gazetecilik yaparken “haber atlamamak” için göz ucuyla bakıyordum, o kadar.
Son yıllarda ise bıkkınlıktan öte bir duygu geldi bana: Nasıl diyeyim, tiksinti gibi bir şey!
Bari bu eriyen, güç kaybeden partinin son bir şansı olsundu, bir lider değişimi gerçekleşsindi.
Ama yok işte! Hep Zyuganov, Zyuganov, Zyuganov!..
CHP haberleri mi? Geçiniz!..
CHP bir tarafıyla sola uzandığı söylenen, ama nasıl bir solcu olduğu on yıllardır bir türlü açıklanamayan bir garip parti.
İçinde dürüst ve sosyal demokrat çizgide insanlar da var, azgın milliyetçilik sınırında duranlar ve sonuna kadar sağ değerlere bağlı olanlar da...
Kısır siyasi ortamımızda uzun süredir “mecburen umut” oldu durdu CHP.
Ve her seferinde doğal olarak “hayal kırıklığı”na dönüştü. Bu hemen hemen hiç değişmedi.
Son seçimlerden ve parlak bir umut olarak ortaya çıkıp kısa sürede farlarının yarısı sönen İnce’den bahsetmek istemiyorum.
Baykal’a uzanmayı da içim kaldırmıyor.
CHP yönetiminin son sekiz yıldır ne kadar muhalefet ettiği ortada. Erdoğan için gerçek anlamda “Allah’ın lütfu” bu olsa gerek.
Seçim sonrasında ne dediler? Ne yaptılar? En azından “yüzde 48 gibi bir devasa bir kitle” adına nasıl mücadele ediyorlar?
Bu ve benzeri soruların cevabı “hiç”e yakın.
Ama bugün öyle bir kurultay savaşı ve bir koltuk kavgası var ki bu garip CHP içinde!..
Ne koltukmuş be!
Toplanan imzalarla ilgili utanç verici tartışmalar altında CHP iyice eriyip gidiyor ve yönetimin parmağını bile kımıldattığı yok.
İşin ilginç (ve belki acı) tarafı, sanırım artık halk içinde ve hatta CHP’ye oy verenler arasında bu kurultay haberleri çok fazla ilgi görmüyor.
Herkes bıkıyor bu partiden. İlgisini kaybediyor. Hatta daha irite edici duygular yaşamaya başlıyor.
O “parti kurmayları” denen adamlar çıkıp açıklama yaparken, eski bir yönetici bu kargaşa içinde “Bu arada ben İstanbul Belediye Başkanlığına adayım, unutulmasın ha!” derken, “Şerefsiz! İftiracı! Kaba!” lafları havalarda uçuşurken...
İçim kalkıyor, en hafif deyişiyle...
Ne diyelim? Pes!
Ve yazık! Çok yazık!..