Bir hafta önce NATO-Rusya ilişkilerini yazmıştım. Sonradan konu basında ve televizyonlarda birkaç kez daha gündeme geldi.
“Aman, şu ayrıntılar da eksik kalmasın” diye her şeyi (olmasa da birçok şeyi) yazma isteğimi tatmin etmek için oturup bir daha yazdım.
Haliyle daha uzun ve daha sıkıcı bir yazı oldu. Yerinizde olsam okumam.
Ama meraklıları varsa NATO-Rusya ilişkilerini bir kez daha ele alalım. Önce kısaca tarihten birkaç yaprak çevirelim.
NATO- Rusya ilişkileri tarihinden
NATO’nun kuruluşundan 5 yıl sonra Sovyetler Birliği “kurnaz bir hamle” yapmayı denedi ve pakta üye olma isteğini ifade etti. Olumsuz cevap aldı. Bir yıl sonra, 1955’te, Federal Almanya’nın NATO’ya katılmasının üzerinden henüz birkaç gün geçmişti ki, Varşova Paktı’nın kurulduğu ilan edildi. Varşova Paktı’nın dağıldığı 1991 yılına kadar iki askeri-siyasi blok arasında birçok gerginlik yaşandı.
1991’de, paktın hem Rusya’ya hem de öteki eski sosyalist ülkelere birçok uluslararası sorunu birlikte ele almak için kapılarını açtığı açıklamasıyla birlikte, Moskova ile NATO arasında ilk işbirliği adımları atılmaya başlandı.
Batı’ya yaranmaya çalışan Boris Yeltsin, NATO ile işbirliğine büyük önem verdiğini defalarca dile getirdi.
1994 yılında Rusya, NATO’nun “Barış İçin Ortaklık” programına katıldı. Bugün pakta üye olmayan (15 eski Sovyet cumhuriyetinin tümü dahil) toplam 34 devlet, şu anda 28 üyesi olan NATO’yla bu yolla işbirliği yapmaktadır.
1996’da Rusya birlikleri NATO’nun Bosna operasyonuna katıldı.
27 Mayıs 1997’de Paris’te NATO ile Rusya arasında bir anlaşma yapıldı. Sürekli faaliyette olacak NATO-Rusya Konseyi kuruldu. Moskova, yeni üyelerin topraklarında nükleer silah bulunmaması sözü karşılığında, paktın genişlemesine fiilen yeşil ışık yaktı.
Mart 1998’de Rusya, NATO’da temsilcilik açtı.
Bundan tam bir yıl sonra NATO’nun Yugoslavya bombardımanının başlamasıyla birlikte, Rusya NATO ile ilişkilerini kesip temsilcisini geri çağırdı.
‘RUSYA’YI DÜŞMAN GÖRMÜYORUZ’
16 Şubat 2000’de NATO Genel Sekreteri George Robertson ile yeni Rus lideri Vladimir Putin’in Moskova buluşmasıyla buzlar erimeye başladı.
Aynı yıl Putin, “kurnaz bir hamle” yapmayı denedi ve Rusya’nın pakta üye olması ihtimalinden söz etti. NATO üyeleri belli belirsiz bir şok yaşadılar. Ancak olumlu cevap veren kimse çıkmadı.
28 Mayıs 2002’de imzalanan Roma Deklarasyonu ile NATO-Rusya Konseyi’nin, “19+1” formatından “Rusya dahil 20” formatına geçtiği duyuruldu.
Ancak NATO’nun Doğu Avrupalı üyelerle genişlemesi ve Kremlin’in buna gösterdiği tepki, ilişkileri tekrar gerginleştirdi. 13 Temmuz 2007’de Putin tarafından yayımlanan kararname ile Rusya’nın Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması’na (AKKA) katılımını dondurduğu açıklandı. Moskova’nın yeni AKKA Anlaşması’nın imzalanması isteğine karşı NATO üyeleri, Rus birliklerinin Gürcistan ve Moldova’dan çıkarılması talebini öne sürdüler.
Ağustos 2008'teki Rus-Gürcü Savaşı sonrasında NATO ile Rusya arasındaki ilişkiler tekrar durdu.
5 Mart 2009’daki NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Rusya ile işbirliğinin yeniden başlatılması kararı alındı. Aynı yılın sonunda yeni NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen “Rusya’yı düşman olarak görmediklerini” söyledi.
NATO’nun 19-20 Kasım 2010 Lizbon Zirvesi’nin en önemli gündem maddelerinden biri, paktın Rusya ile ilişkilerini güçlendirmesi oldu. Zirve sonunda yayımlanan 54 maddelik Sonuç Bildirgesi’nin 33. Maddesi’nde “NATO, Rusya ile gerçek bir stratejik ortaklık kurmayı amaçlıyor”” dendi.
* * *
Bu girişten sonra konuya daha doğrudan girelim artık.
Rusya NATO’yu bitirmek için her şeye hazır, NATO üyeliğine bile…
NATO… Dört harfli bu kısa kelime, Soğuk Savaş yılları boyunca Sovyetler Birliği’nde en çok nefret edilen, “düşman” deyince ilk akla gelen şeydi…
Tıpkı aynı dönemde Batı’da “nefret” ve “düşman” denildiğinde hatırlanan bir başka dört harfli kelime gibi: SSCB.
Sovyetler’de bu nefret, on yıllar boyunca insanların içine işledi, damarlarından girip kanlarına karıştı, genlerine yerleşti.
Yaşı 45-50’nin üzerinde olan Rusların, özellikle de şu da bu yönetici görevlerde bulunmuşlarsa/bulunuyorlarsa, NATO’ya karşı yaklaşımlarını değiştirmeleri - imkânsızdır diyemem, ama - çok güçtür. Tabii eğer onlar siyasete kaygısız kalmıyorsa ya da siyasal görüşlerinin evriminde 180 dereceye yaklaşan keskin bir dönüş içinde değilse…
Rus yönetici elitinin büyük bölümü için NATO, temel amacı Rusya’nın yıkılması olan, dünyanın gelmiş geçmiş en tehlikeli askerî-siyasi örgütlerinin başında gelir.
Zaten “Sovyet devletinin dağılmasında ve en yakın müttefiklerin ihanet etmesinde en önemli rolü oynayanlardan biri NATO’dur”...
NATO HER YERDE RUSYA’NIN KARŞISINDA
Moskova’da içten sohbetlerde kimse sorsanız “NATO çoktan tarihe karışmalıydı” der. Kimi açıktan, kimi ima yoluyla… Onlara göre hesap 1991’de kesilmiştir. Varşova Paktı yenilgiyi kaybederek kendini lağvetmiştir. Son nefesinde NATO’yu da aynı adımı atmaya çağırmıştır. Ama NATO yaşamakta ve “ortalığı karıştırmakta” ayak diremiştir. Üstelik aldatmıştır da Rusları. Son Sovyet lider Mihail Gorbaçov’a, Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnadze’ye “Siz merak etmeyin, yakında biz de askerî yapılanmamıza son vermek için gereken adımları atacağız” diyerek…
Onun için özellikle ağırlarına gider NATO Rus liderlerin…
Ama Sovyet mücadele geleneklerinde, Politbüro metotlarında, haberalma alışkanlıklarında soğukkanlılığın elden bırakılmaması esastır.
Moskova hep bunu unutmadan adım atmaya gayret eder, NATO’nun Amerika ve Avrupa kanatlarının, büyük üyelerle küçüklerin, kendisine enerji bağımlılığı olanlarla olmayanların aralarındaki çelişkileri derinlemesine inceler, yeri geldikçe bu yaraları kaşır, kullanmaya çalışır. Üstelik, Batı da kendisine karşı benzeri yöntemleri uyguladığından dolayı vicdanını sızlatacak pek bir neden de yoktur.
* * *
NATO 90’ların başında rolünü tamamlayıp tarih sahnesinden çekilmediği gibi, bir dizi yeni uluslararası soruna burnunu sokmaya başlamıştır. Her yerde Rusya’nın karşısına çıkar. Çoğu kez ondan daha önce ve daha başarılı adımlar atar. Özellikle de “eski dostlar”ın Moskova’ya ihanetinin organize edilmesinde baş rollerden biri NATO’dadır.
1949’da 12 devletle kurulan, sonraki dönemlerde üye sayısını aşama aşama 16’ya çıkaran NATO, 1999’da Macaristan, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ni saflarına katarak 19 ülkeyi temsil eder olmuştur. Moskova’nın tepkilerine rağmen devam eder ilerlemeye. 2004’te Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya, Letonya, Litvanya ve Estonya’yı üye alarak tarihinin en büyük genişlemesini gerçekleştirir. Ama burada da durmaz. 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan’la 28 üye sayısına ulaşır. Aslında Ukrayna ve Gürcistan’a da üyelik önermek ister, ama Kremlin’in tepkisinden çekinir, erteler bu işi.
NATO ve Rusya arasında son dönemlerde bir başka büyük sorun daha hep var olagelmiştir. 80’lerin başında ABD Başkanı Ronald Reagan’ın “Yıldız Savaşları” diye telaffuz ettiği proje, George Bush döneminde “Füze Kalkanı” olarak yeniden ortaya çıkmıştır. Avrupa’nın ortasına, Çek Cumhuriyeti’ne ve Polonya’ya yerleştirilmek istenen füze sisteminin hedefinde İran’dan Kuzey Kore’ye birçok ülke olabilir; ama Rusya en başta kendisinin hedef alındığından emindir.
ABD’yi vazgeçirmek için çok büyük ve çeşitli açılardan başarılı bir mücadele verir. Bir taraftan “güzellikle” vazgeçirmeye, füze sistemini karşıtlıktan çıkarıp işbirliği platformuna çekmeye çalışır. Sistem için kendi üslerini önerir; Gebele’yi, Kırım’ı birlikte kullanmayı teklif eder. Hatta bir ara “Türkiye’ye de razı olabiliriz” sinyali verir. Olmayınca Avrupa’nın yüreğine doğru sarkan kenti Kaliningrad’a İskender füzeleri yerleştirme tehdidi savurur.
GİTTİĞİ YERE KADAR!
Sonunda ABD, Bush’un mirasının bir bölümünden kurtulmaya, bir bölümünü de olabilecek en zararsız haliyle uygulamaya çalışan Obama yönetimiyle, “Füze Kalkanı”nı NATO’nun kucağına atar. NATO da 2020’lere kadar uzanacak süreçte kurulacak bir sistem için Lizbon’da prensip kararı alır. Düşman tahtasına İran oturtulurken, Rusya’nın adı – kendisine çok fazla güvenilmese de – yakın dostlar arasında sayılır olmuştur.
* * *
Bunda kuşkusuz yeni Rus lider Dmitriy Medvedev döneminde Rusya’nın dış politikasının Batı’ya yaklaşma çabalarıyla yeniden şekillenmeye başlamasının önemli etkisi vardır.
Kremlin, önünde duran onca ekonomik ve teknolojik sorunla boğuşurken yeni silahlanma yarışını ve askerî gerginlikleri göze almak istemez. ABD’ye ve NATO’ya güvenmese de, görünüşte dostluğu geliştirmeye büyük önem verdiği izlenimini uyandırır.
Afganistan’da Taliban’a karşı mücadelede Moskova’nın da çıkarı vardır. Hem radikal İslamcıların bölgedeki ülkeleri ve Rusya’yı tehdit etmesinden, hem de olağanüstü boyutlara ulaşan uyuşturucu kaçakçılığından çekindiği için NATO ile işbirliğini güçlendirme eğilimindedir.
Rusya, uluslararası terörizm, kaçakçılık, insan ticareti, nükleer silahsızlanma gibi bir dizi konuda Batı ile işbirliği yapma kararındadır.
Ama yeni START Anlaşması’nın Amerikan Kongresi’nde onaylanmamış olması, dünyanın birçok bölgesinde Rusya ile ABD’nin çıkarlarının karşı karşıya gelmesi, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyelik süreci gibi, “şimdilik unutulmuş görünen” sorunların her an ortaya çıkma ihtimali ve başka bir sürü potansiyel tehdit, taraflar arasındaki ilişkileri her an bozma tehlikesi taşımaktadır.
Gittiği yere kadar işbirliği ve pragmatik yaklaşım: Moskova’nın tavrı budur. Zamanın ne göstereceği belli olmaz. Örneğin, NATO’nun “Füze Kalkanı”nın, 2020’lere gelene kadar ne aşamalardan geçeceği, başına neler geleceği meçhuldür.
Kremlin’in “Füze Kalkanı’nı birlikte yapalım; ben sizi koruyayım, siz de beni” diyerek ortaya attığı “işi sulandırma önerileri”nden, zihninin gerisinde tuttuğu “bir gün gerekirse NATO’ya üye bile oluruz” yaklaşımına kadar kullanabileceği pek çok araç ve yöntem olabilir.
Ama dört harfli bir vatanı (SSCB) kaybetmesinde büyük rol oynayan ve on yıllardır kendisini durmadan köşeye sıkıştıran o dört harfli “eski düşman”ı (NATO) hiçbir zaman sevemeyecek, bir gün, dışında veya içinde yer alacağı bu “Soğuk Savaş kalıntısı pakt”ın tarihin çöplüğüne atılacağı umudunu hep koruyacaktır.