Nâzım Hikmet’le büyüyen bir kuşaktanım.
Devrimcilik, siyasi mücadele, adalet kavgası…
Hepsinde Nâzım vardı.
Aşk şiirleri falan yoktu başlangıçta.
(“Ne aşkı, yoldaş! Savaşıyoruz biz!”)
Onları sonra keşfettim.
Aşkları da, hasretleri de, hayal kırıklıklarını da.
(Kaç kez biten aşkların ardından acı çekerek kendi kendime okudum “Bence şimdi sen de herkes gibisin” şiirini.)
* * *
Derken bazen hapishane, bazen sürgün ve hasretlik dizeleri işledi yüreğime.
80’li yıllarda Sovyetler’e gittim ve Nâzım’ın mezarını ilk kez görmenin heyecanını yaşadım.
Sonra fırsat buldukça başucunda onunla söyleştim.
Birkaç yıllık aradan sonra Moskova’da sürekli yaşamaya başladım.
Nâzım’ın mezarının olduğu Novodeviçye Kabristanı daha bir yakındı artık; vakit buldukça uğruyordum.
Bir gün beni o zaman neredeyse tüm Türkiyelileri birleştirmeye çalışan bir derneğe davet ettiler. Adı Rus-Türk İşadamları Birliği’ydi.
“Gazetecinin ne işi var burada!” dedimse de ısrar ettiler, “Türkiye ve Türk-Rus ilişkileri adına yapılacak birçok işimiz var” dediler.
Yönetim Kurulu’na girdim.
20 yıl kadar önce o zamanki dernek başkanı Ali İhsan Akıskalıoğlu ile uzun bir votka sofrası sohbetimizde konu Nâzım’a geldi.
Başkan “Ben işadamıyım, ama eski bir solcu olarak sorumluluklarım olduğunu biliyorum” dediğinde ona aklımdaki fikri anlattım.
* * *
Madem ki Nâzım “iki ülke arasında bir kültür köprüsü” idi ve madem ki hemen oracıkta yanı başımızda yatıyordu, 3 Haziran’ları kitlesel bir anma etkinliğine döndürmekte yarar vardı.
Her yıl ölüm yıldönümünde şairi hem mezarı başında, hem de aynı gün düzenlenecek gecelerle anmak, organizasyonları Türkiye’den ve Rusya’dan sanatçıların, gazetecilerin, iş insanlarının, siyasetçilerin, diplomatların, bütün şiir ve Nâzım dostlarının katılımına açmaktı amaç.
Başkan’dan “Bu uğurda ne gerekiyorsa yaparız” sözünü almıştım.
Bunun anlamı, gereken finans desteği ve organizasyon çabasıydı.
Aynı yılın 3 Haziranı’nda başladık.
Yani, bundan tam 20 yıl önce.
Ve devam ettik.
* * *
2000 yılı çok özeldi.
Üç açıdan:
Birincisi, çok geniş bir katılım vardı. Türkiye’den birçok sanatçı ve gazeteci gelmişti. Farklı kesimlerden insanlar bir araya toplanmıştı.
İkincisi, genellikle Nâzım’a mesafeli duran devlet, bu kez etkinliğimize katılmıştı (dönemin TC Moskova Büyükelçisi Nabi Şensoy’u saygıyla hatırlıyorum bu satırları yazarken.)
Üçüncüsü de Nâzım’ın son eşi, onun hatırasını ve eserlerini yaşatan, evini koruyan sevgili Vera Tulyakova-Hikmet uzun sohbetlerimizden sonra aramıza katılmıştı.
(Bana bir süre “Şimdi değil, belki gelecek yıl katılırım” demişti Vera. Israr ettim. Ve iyi ki onu ikna etmek mümkün oldu. Çünkü gelecek yıl Vera aramızda olmayacaktı.)
* * *
O sıralarda Vera’nın “manevi oğlum” dediği Melih Güneş’le dostluğumuz başladı.
Melih, kendisine “manevi kardeşim” diyen Vera’nın kızı Anna (“Nâzım’ın Anyuta’sı”) ile birlikte çok çalıştı.
Nâzım’ın birçok eserini ortaya çıkardı. Kitaplar yazdı. Sergiler düzenledi. Birçok şey yaptı ve yapmaya devam ediyor.
Bu arada bir dönem - işadamları derneğinden sonra - Türk ve Rus aydınlarıyla birlikte kurduğumuz Rus-Türk Araştırmaları Merkezi olarak Nâzım etkinliklerini üstlendik.
Sonra ben Türkiye’ye dönmeden bayrağı başkaları devraldı.
Moskova’daki Türk kadınları, iş insanları…
Ve onlar arasında Nâzım’a en fazla sahip çıkan, bu etkinlikler için türlü özveride bulunan arkadaşım Ali Galip Savaşır.
* * *
Nâzım’ı anma etkinlikleri daha da kitleselleşti. Medya daha fazla ilgi göstermeye başladı.
Gelenek güçlenerek devam ediyordu.
Bu arada beni de Türkiye’den bir “Nâzım veteranı” olarak çağırıyor ve Moskova’da konuk ediyorlardı.
Bu yıl Ali Galip beni çağırdığında onu üzülerek reddettim.
Evet, 20. yıldı. Çok önemliydi. Ama…
Nâzım Türkiye’de de anılıyordu.
Moskova’dan “emekli olmuştum”, ama buradaki anma gününde boş durmayacaktım.
Birkaç aydır Rusya/BDT odaklı Dünyanın Öteki Yüzü adlı haftalık dış politika programı yaptığım Tele1 Kanalı’na bu 3 Haziran’da (tam da benim program günüme denk geliyordu), “Nâzım Hikmet Özel Programı” yapmayı önerdim.
Kabul edildi.
* * *
Ve dün oldukça zengin bir içerikle (Melih Güneş’in ve katılımcıların sayesinde) uzun ve sanırım coşkulu bir program yaparak Nâzım’ı andık.
Vera’nın kızı Anna Stepanova’ya, Nâzım’ı tanıyan yazar Hıfzı Topuz’a ve Türk edebiyatı uzmanı Svetlana Uturgauri’ye, şairi yurttaşlıktan men eden hükümet kararının iptal edilmesinde önemli rol oynayan eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a, araştırmacı Arif Keskiner'e, Moskova’daki arkadaşlara bağlandık (bu arada ben telefonda Zülfü Livaneli’yi beklerken telefonda karşımda Moskova Büyükelçimiz Hüseyin Diriöz’ü buldum; "canlı bağlantı cilveleri"nden biriydi belki, ama onunla kısa söyleşimiz de ilginç oldu, Büyükelçi programa renk kattı).
Stüdyo’da Melih Güneş’le ve Zeliha Berksoy’la birlikteydik.
Nâzım’la ilgili birçok video, şiir, onun yaptığı çizgi filmleri, tiyatroda ve şarkıda Nâzım’ı, külliyatına girmeyen eserlerini, cenaze törenini, daha birçok ayrıntıyı becerebildiğimizce kapsamaya, aydınlatmaya çalıştık.
* * *
Nasıl oldu, bilmiyorum.
Umarım işe yaramış, yararlı ve enteresan olmuştur. (İlgilenenler Tele1 arşivinden izleyebilir: http://tele1.com.tr/dunyanin-oteki-yuzu-hakan-aksay-15/ )
Sanırım heyecanlı, hareketli, renkli bir programdı.
Birçok dostla birlikte şairimizi andık, kederlendik, güldük.
Gerçi bir ara yüreğim burkulmadı değil.
Kolay mı, onca yıl bütün 3 Haziran’larım Moskova’da Nâzım’ın mezarı başında geçerken…
Bu yıl ondan bu kadar uzakta olmak…
(Emekliliğin bazen neden keder verdiğini anladım dün gece.)
İçimden Nâzım’a şöyle bir selam yollamak geldi:
“Kusura bakma Nâzım, bu yıl gelemedim, ama mazeretim vardı. Seninle ilgili bir program yapıyordum çünkü. Affet!..”
Kimseyle paylaşmadan içimden sessizce telaffuz ettim bunu.
Ve uzun televizyon programımızı şu sözlerle bitirdim (dün seyircilere söylediğimi bugün de siz okurlarla paylaşayım izninizle):
“Umutsuz kalmayın!
Şiirsiz kalmayın!
Nâzım’sız kalmayın!
Hoşça kalın!”