Dört Ayaklı Minare’nin ayaklarının dibinde vurulmasından bu yana üç yıl geçen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin ölüm yıl dönümünde avukatlar büyük bir pankart taşıdı:
“Devletin aydınlatamadığı cinayet yoktur, aydınlatmadığı cinayet vardır.”
Tahir Elçi, takip ettiği onlarca faili meçhul cinayet için kullandığı bu ifadenin kendi cinayeti için de geçerli olacağını elbette bilmiyordu.
Ama şunu, alanı bilen herkes gibi çok iyi biliyordu; devlet istediğinde işler yürür.
Bazı yapılanlar, olacakların habercisidir.
Uğur Mumcu öldürüldükten dakikalar sonra protokol gelecek bahanesiyle kanıtların süpürülmesi.
10 Ekim katliamından hemen sonra yaralıların bulunduğu alana gaz sıkan polisin postallarıyla kanıtları ezip geçmesi.
İşkence ve gözaltında tecavüz iddialarında muğlak olmayan neredeyse tek raporun çıkmaması.
Devletin savcılıklara Adli Tıp Kurumu raporlarının esas kabul edilmesi talimatı vermesi aynı zincirin halkalarıdır.
Ve soruşturmalarda neredeyse tek söz sahibi Adli Tıp, memleketin en az tartışılan kurumlarından da biridir.
Dokunulmazdır, zira cezasızlık dosyalarının göbeğinde Adli Tıp vardır.
Ne de olsa herkes bilmektedir, şüpheden sanık yararlanır.
Ve Adli Tıp’ı eleştirmek de kolay değildir.
Ne zaman eleştiri gelse, “Tonlarca dosyaya bakıyoruz” denerek, rakamlar sıralanır.
Ve gözden kaçan şudur ki o dosyaların her biri bir hayattır.
***
Antalya’da 16 yaşındaki Sezgi Kırıt’ın götürüldüğü evde yaşamını yitirmesi, bir valize konularak 150 kilometre uzaktaki bir araziye bırakılması ve vücudundaki darp, tecavüz izlerine rağmen Adli Tıp Kurumu’nun şubelerinden gelen muğlak raporların da etkisiyle 2 sanığın sadece 1’er yıl ceza almasının haberi henüz taze.
Kırıt dosyası ile ilgili Yargıtay’dan çıkacak karar beklenirken, ölümünün üzerinden 7 ay geçen Şule Çet hakkında hazırlanan Adli Tıp Kurumu raporu çıkageldi.
Üstelik raporu hazırlayan Adli Tıp Kurumu’nun İhtisas Kurulu.
***
Şule Çet, çalıştığı iş yerinin patronu Çağatay Aksu ile arkadaşı Berk Akand tarafından götürüldüğü plazanın 20. katından düştü ya da düşürüldü.
Yanıtını aranan soru, Çet’in cinayete kurban gidip gitmediği.
Çağatay Aksu ve Berk Akand, kamuoyundan gelen tepkiler, Çet’in babası ile avukatı Umur Yıldırım’ın ısrarlı takibi ile ancak üçüncü kez gözaltına alındıklarında tutuklandılar.
Dosya, özellikle savcının değişmesiyle farklı ilerlemeye başladı.
5 ay önce Adli Tıp Kurumu’na düğümü çözecek sorular yöneltildi:
- Aksu’nun parmağındaki kırık boğuşma sırasında mı, iddia ettiği gibi atlamasını engellemek isterken mi oldu?
- Şule Çet, öldürüldükten sonra mı aşağıya atıldı?
- Tecavüz var mı?
- Dosyadaki HTS kayıtlarına göre nasıl bir görüş oluşturulabilir?
Tam 5 aylık 'yoğun' incelemelerden sonra 20 sayfalık rapor hazırladı Adli Tıp.
19 sayfası, kendisine gönderilen belge ve ifadelerin özetiydi.
Son sayfada ise değerlendirme yer aldı.
Hemen her soru için “Tıbben tespiti mümkün değildir” cevabı verildi; cümlenin sonuna, “Adli tahkikat sonucunda ortaya çıkar” görüşü eklenerek...
Özetle; savcıya, “Soruşturmayı yürüt, yanıtları sen bul” dendi.
Tecavüze uğradığına yönelik kanıt için bile yapılan yorum:
“Kesin bir şey söylenemez.”
Raporda, dişe dokunur tek yanıt var. O da Şule Çet’in kullandığı ilacın, intiharı tetikleyebilecek nitelikte olmadığı tespiti.
*
Savcılık, sadece raporu esas alsa, “Şüpheden sanık yararlanır” diyerek dosyayı kapatması gerekecek.
Oysa bulgular az değil.
Ölü muayene tutanağına göre Çet’in elinde saç ve deri kalıntıları vardı.
Aksu’nun parmağı kırıldı.
Olaydan önce kendi beyanlarına göre iki arkadaş bir 70’lik, bir de 35’lik rakı içip, üzerine plazada içmeye devam etmişti.
Şule’nin orada kalmaya zorlandığına ilişkin mesajlar ve bedenindeki tecavüzü, boğuşmayı gösteren izler de var...
***
Savcılık, HTS kayıtlarından hareketle kritik bir mesaj daha buldu.
Aksu’nun arkadaşı Berk Akand, 02.39’da bir arkadaşına mesaj atmıştı:
“Çok kötü şeyler oldu, bana ulaşman lazım, telefonu aç.”
İki güvenlik görevlisi ise Şule Çet’in düşme sesini 03.50 sıralarında duyduklarını anlatıyor. Bu mesajdan neredeyse 1 saat 10 dakika sonra.
Ama Şule’nin öldürüldükten sonra aşağıya atılıp atılmadığının hala yanıtı yok.
Dosyada Şule Çet’in gece boyunca mesajlaştığı ev arkadaşının ifadesi de var. Ev arkadaşı, Şule’den “Bırakmıyor beni” şeklinde mesajlar alıyor. Hatta Şule ev arkadaşından kendisini aramasını rica ediyor. Ev arkadaşının telefon kayıtlarına göre Şule’den gelen son mesajın saati 03.03.
Güvenlik görevlilerinin söylediği saatle neredeyse 50 dakika fark var.
Çağatay Aksu da Şule’nin 03.00 sıralarında cama yöneldiğini, atlamasını engellemek isterken parmağının kırıldığını söylüyor.
Aksu, buna rağmen, karşılaştığı güvenlik görevlileri Şule’yi sorduğunda, “Çıktı, görmediniz mi?” sorusunu yöneltiyor.
***
Savcılık, Adli Tıp Raporu’nun geldiği, geçtiğimiz Salı günü, CMK’ya göre zorunlu olarak her ay yapılması gereken tutukluluk değerlendirmesini mahkemeye sundu. Mahkeme, savcılığın görüşü doğrultusunda iki ismin tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.
Kimse, Adli Tıp’tan haksız yere insanlar hakkında kanıt oluşturmasını beklemiyor.
Ancak 5 ay dosyayı elinde tutan kurumun, hemen herkesin verebileceği yanıtlardan farklı bir yanıt oluşturabilmesi gerekiyor.
Çet ailesinin avukatı Umur Yıldırım da buna isyan ediyor:
“Bu kurumun bunun dışında bir işi yok ki. Yoksa biz de aynı yanıtları verirdik.”
Yıldırım, dosyadaki belgelere göre ODTÜ veya Gazi Üniversitesi’nden Çet’in aşağıya itilip itilmediği konusunda görüş alınması için savcılığa başvuruya hazırlanıyor.
Savcılık, bu talebi reddederse Yıldırım, üniversitelerden ya da özel bir kurum olan ve nasılsa Adli Tıp’ın bulamadıklarını her seferinde bulabilen Ulusal Kriminal Büro’dan görüş isteyecek.
Anlaşılan o ki “Şule Çet için adalet” yine büyük mücadelelerden, kamuoyu tepkisinden sonra, işini iyi yapan birkaç görevlinin çabasıyla gelebilecek.