09 Mayıs 2024
Bildiğiniz gibi Boğaziçi Üniversitesi’nde, kar, yağmur, çamur, güneş vs demeden 3,5 yıldır süregiden bir protesto var. Rektöre ve rektör seçimine yönelik bu protestoyu sürdürenler üniversitenin akademisyenleri. Ama mezunlar da geri kalmıyor. Pek çok protesto düzenliyorlar. Bunlardan birisi de sanal ortamda yaptıkları haftalık protesto. Bu protesto toplantısında, mezunlar hem olup bitenden birbirini haberdar etmiş oluyor hem de bir konuşmacı davet ediyorlar. Üstüne de protesto ile bildirilerini okuyorlar.
Daha önce Yaman Barlas, Mine Eder, Esra Mungan, Tuna Tugcu, Naci Baserdem'in misafir olduğu konuşmacı bölümünün 5 Mayıs’taki misafiri bendim. Boğaziçi'ndeki durumu bir gazeteci gözünden nasıl değerlendirdiğimi anlatmamı istediler. Ben Boğaziçi özelinde olmakla birlikte, Türkiye'yi de içine alan "Demokrasinin Bileşenleri (Kuvvetleri) ve Türkiye" başlıklı bir konuşma yaptım. Bunun içeriğini -biraz daha zenginleştirerek- dikkatlerinize sunmak istiyorum. Daha altta ise toplantı notlarını ve Boğaziçi mezunu dostların bildirgesini okuyabilirsiniz.
Hepinizin bildiği gibi, demokrasilerde yönetim 3 kuvvetin birbirini dengelemesine dayanır. Yasama (yani TBMM), yürütme (yani hükümet) ve yargı.
İyi bir saç ayağı olabilir ama bir zayıf yönü var. Üçünün de kaynağı tek. Yani siyasi partiler. Eskiden yargı bu kaynağa bağlı değil diye düşünürdüm ama hepimizin birlikte teşhis ettiği üzere o da artık aynı kaynağa bağlı.
Peki bu kaynak, yani "siyasi partiler" nasıl oluşuyor diye bakarsak; siyasi partilerin kurulması, teşkilatlanması, faaliyetleri, görev ve yetkileri ve para elde etme yöntemlerinin tanımlandığı 2820 sayılı Kanunu ilk ANAP çıkarmış. Bugüne kadar geçen 41 yılda 22 defa güncellenmiş, yeni madde eklenmiş ya da değiştirilmiş.
Ama kötü olan şu; bu kanunu ilk çıkaran da sonradan güncelleyen de hep aslında siyasi partilerin kendisi. Yani kendi menfaatlerini kollayan, kendi istedikleri kişileri gruba dahil eden, küçük bir mutlu azınlık haline gelmiş durumdalar.
Hep konuşuruz, siyasi partilerde nitelikli insan az, ülkemizde siyasal partilere girmek ve yükselmek mümkün değil diye. Muhtemelen giderek akıllı ya da becerikli insanları dışladığını düşünebileceğimiz bir toplum üstü grup haline gelmiş durumdalar. Bu nedenle de mesleği "milletvekillik" olan, 6 sefer, 7 sefer üst üste milletvekili seçimine dahil olan bir sürü kişi var. Şu anda TBMM'deki milletvekillerinin 300 tanesi aynı zamanda "emekli". Türkiye bir emekli milletvekili cenneti.
Bu kişiler, kendi maaşlarını ve diğer sosyal haklarını da kendileri belirliyor. Örneğin maaşlarını yükseltmek için eksikse göstergeleri yukarı çekiyorlar. EYT'den emeklilik çıkınca hemen başvuran sayısı 150… Sözcü, bunların ortalama 17 yıl erken emekli olduklarını hesaplamış.
Peki bunlar bize kaça mal oluyor acaba?
Sadece milletvekili ise 110 bin TL (yanı sıra emekli ise -ki 300 tanesi böyleymiş- 230 bin TL, sadece emekli ise 77,5 bin TL) maaş alan bu arkadaşların TBMM'ye dosdoğru devam etmediklerini, çok kritik bazı oylamalara bile katılmadıklarını görüyoruz. Oysa bu rakamları 5 yıl ile çarpın. Diğer sağlık, koruma, danışman, araba, yemek vsvs masrafları olmasa bile bu rakamlar ülkenin çok milyar TL'sine mal oluyor. O zaman bunlar ne iş yapar? Aldıkların yüksek maaşların karşılığında, halkla ilgilendiklerini, halkın menfaatine işler yaptıklarını söyleyebilir miyiz?
Onları ya da en azından bazılarını biz isteyerek değil, kerhen seçtik. Daha doğrusu, kimi seçtiğimizi bile bilmiyoruz. Milletvekili olsa, hükümete girse, çok iyi işler yapardı diye düşündüğümüz birçok insan var. Ama biz istesek de onları seçemiyoruz. Onun yerine birisinin (yani parti liderinin ve çevresindekilerin) seçtiklerinden oluşturdukları bir listeye oy vermek zorundayız. Örneğin; bu nedenle Ankara'da CHP'liler Sadullah Ergin gibi birine oy vermek zorunda bırakıldılar. Kendisi günümüzde meclise hiçbir şekilde giremeyecekken, (sağolsun Kılıçdaroğlu sayesinde) şu anda mecliste.
Bu şekilde milletvekili seçilen kişilerin TBMM'de ne iş yaptıklarına yakından bakarsak -tam da bakmamız gerekirken, maalesef hiç ilgilenmediğimiz, farkında bile olmadığımız bir konu bu- bu kişilerin TBMM'ye bile dosdoğru uğramadıklarını görüyoruz. Geçen yıl geçmiş TBMM'nin 5 yıllık tutanak kayıtlarını, kanun önerilerini, çıkarılan kanunları inceledim. Bazılarının 5 sene boyunca hiçbir kanun tasarısında imzası olmadığını ya da hiç konuşmadıklarını gördüm.
Bunları nasıl ölçebilirim diye baktığımda, bazılarının soru önergesi vermek ya da TV'lere çıkmak ve bağıra bağıra bazı olayları anlatmak yoluyla kendi reklamlarını yapmakla meşgul olduklarını ama zaman zaman oylamalara bile katılmadıklarını fark ettim.
Daha doğrusu, Önder Algedik isimli bir arkadaş bu tür olayları raporluyor. Onun halka açık kayıtlarına bakarsanız, çok kritik bazı oylamalarda CHPlilerin katılıp, durumu değiştirmeleri mümkün iken, katılmadıklarını gösteriyor mesela.
İşte bu noktada görülen o ki; bize bunları denetleyecek bir yapı gerekli. O yapı da demokrasinin dördüncü kuvveti olan medya ve beşinci kuvveti olan sivil toplum kuruluşları (STK).
Böylesi bir TBMM'ye olayına nasıl geldik? Ülkemiz bu duruma nasıl geldi?
Bütün bu süreci, ben dahil hepimiz aval aval seyrettik. Daha kötüsü bazı olayları fark etmedik bile.
Peki fark etseydik ya da aval aval seyretmeseydik, ne yapardık?
İşte buna karşı demokrasinin dördüncü ve beşinci kuvveti var. Yani medya ve sivil toplum örgütleri. Bunları örgütlememiz ve desteklememiz gerekiyor.
Bunlar maalesef ülkemizde geçmişten bu yana gereğince çalışmıyor ya da yok. Çalışmamasının kabahati ise başkasında değil; bizlerde. Medyaya, gazetelere para ödemiyoruz ki, büyüsünler, bizi haberdar etsinler, sivil toplum örgütlerine vakit ayırmıyoruz ki, hakkımızı korusunlar.
Öyle ki ülkemizde sivil toplum örgütleri yok. Eskiden darbe korkusuyla oluşamadı. Bugün de yabancı ülkelerin kurduğu bazı yapılar dışında, dosdoğru kaç tane derneğimiz var? Çok beğenerek takip ettiğim ÇYDD gibi kaç tane derneğimiz var? Mücadeleden kaçınmayan, her şeye rağmen direnen?
Medyaya gelince, -yandaş medyadan bahsetmiyorum bile- geçmişten bu yana layıkıyla habercilik yapan insan sayısı çok azdı. Siyasal haberlerden bahsetmiyorum bile. Olan biteni tüm oluşma koşulları ve geleceğe etkisi ile anlatan çok az. Okuduğum haberlerden bazılarında, neyin, nereden, nasıl geldiğini anlayamıyoruz. Güya 5N1K kuralı var ama yazdıkları şeyler başı, sonu, yorumu olmayan bilgiler.
Bu yüzden de "balık hafızalıyız" cümlesi dilimize takılmış. Balık hafızalı değiliz, medyamız zayıf. Türkülerimiz, filmlerimiz, kitaplarımız eksik. Yeterince gerçek haberci olan gazetecimiz ve olanları kitaplaştıran yazarımız yok. (Son yıllarda isim isim sayarsam, alınacak olanlar olabilir ama özetle belirteyim, genç bir gazeteci nesli mevcut, onları ve yazdıkları kitapları takdir ediyor ve desteklemek için de satın alıyorum.)
Tersine bakalım; AKP bu iki kuvvetin çok iyi farkındaydı ve hızlıca ve alabildiğine kendi lehine kullandı. Tüm kötü yönetime ve sattığı ülke fabrikalarına, yeşili yok etmesine, ülkenin her tarafını maden izinlerine boğmasına, orman yangınlarındaki uçak yok fecaatine, Soma'da acılı insanları tekmelemelerine, depremdeki umursamazlığa vs karşın AKP nasıl iktidarda kaldı? Bence AKP'nin bu kadar yıldır iktidarda kalmasının tek nedeni medyadır.
Diğer yandan medya ve iletişim konusu, bu ülkenin insanlarının en zayıf olduğu konulardan birisi bence. İletişimin ve medyanın ne kadar önemli olduğunu farkında olmayan bir toplumda yaşıyoruz. Belki de "kan içerim, kızılcık suyu içtim derim" muhabbeti bu. Matbaanın bu ülkeye geç gelmesi sadece fiziksel olarak etkili olmamış, yanı sıra mental açıdan da insanlar "basının ne kadar önemli olduğunu anlayamamış.” Bunu birçok yerde düşünüyorum.
Ama AKP bu konuda bilgiliydi ki, ilk işleri medyayı kontrol altına almak oldu. İddia ediyorum, AKP'nin bugüne gelmesinde en önemli pay, medyayı ele geçirmesi ve bu sayede gerçekleri halktan saklayabilmesidir. Bu sayede de bugüne kadar tutunabildiler. Yılmaz Özdil seçim öncesi bir videosunda bahsediyordu. "Yandaş medyayı açtım, uçaklar uçuyor, gemiler yüzüyor, kendimi çok mutlu hissettim" diyordu. Halk da bu sayede dünyada müthiş bir yerimiz olduğuna, her şeyin iyi gittiğine, petroller bulunduğuna, Togg'un yüzde 100 yerli ve milli olduğuna inandırıldı.
STK'lara gelince, AKP'nin bu konuda da hayli atak davrandıklarını gördük. Bazı derneklerin içine adam soktuklarını, bazılarına uygun işler-fırsatlar tanıdıklarını ve bazılarına da şiddet uyguladıklarını (ÇYDD örneği gibi) gördük. Sonuçta mevcut olan az sayıdaki dernek de zombileşti. Örneğin; kötü gelişmeler olduğunda, "Bu konuda açıklama yapmayacak mısınız?" diye sorduğunuzda, "Aman şimdi biz iyi geçinmeye çalışıyoruz, kötü geçinirsek ayakta kalamayız" türü cevaplar duyduğum dernekler (dernekimsi mi desek) var etrafımda.
Yapılması gerekenler sadece bugünün konusu değil. Aslında 40-50-60 yıl geçmişten bugüne gelen çizgide olmalıydı ama zararın neresinden dönülse kâr diyerek, bir an önce çalışmaya başlamalı.
Toplumun çoğunluğu hayatımızı etkileyen olaylarda bile “Ne yani sokağa mı çıkmam lazım, zaten muhalefet iyi çalışmıyor ki” demekten öteye gitmedik. Birileri biraz öne çıkınca alkışladık ama desteklemedik.
Oysa, birlik demek kuvvet demektir. Yani bir kişi öne çıkarsa, o bir kişiyi şu yolla ya da bu yolla susturmak mümkün. Ama bu sayı 1.000-10.000 olursa, ne yapacaklar? O kadar kişiyi hapse mi atacaklar?
Biz geri çekildikçe, sessiz kaldıkça, umurumuzda olmadıkça, (Boş ver beni etkilemiyor diye düşündükçe), aman bize dokunulmasın dedikçe, ülkemiz, üniversiteniz bu duruma geldi. Sonunda da bize dokunulmasın noktasından, her alanda dokunulmaya geldik. (Belki o şekilde değil ama pahalılık, konser olmayan bir ülkede yaşamak, üniversitelerimizin bozulması vs.) Bunda hepimizin kabahati var. Tek tek bazı kişilerin olmayabilir ama kümülatif bakarsak, “kağıttan kaplanlar” olduk.
AKP, buraya bir günde gelmedi. Özal hükümetine yakından bakın, ilk işleri dini vakıflara para aktarmanın yolunu açmak oldu. Kim ilgilendi? Hangi STK? Hangi basın? Öncesindeki hükümetlerin de hepsinin büyük büyük kabahatleri var ama bizler bunları önümüze koyamıyoruz bile. Neden şu oldu, bu oldu bilmiyoruz, analiz yok, veri yok. Çünkü STK yok, medya yok.
Konuşmamı şöyle bitirmek isterim; bu anlamda Boğaziçi Üniversitesi’nin, Naci İnci tarafından “elististler” olarak tanımlanan akademisyen grubu çok önemli bir iş yapıyor. Hakikaten elit insanlarmış ki tüm baskılara rağmen protestolarını sürdürüyorlar. Ben tebrik ediyorum.
Ama bence yeteri kadar desteklenmiyor, duyurulamıyor. Yalnız başına bırakılmış durumda. Ülkenin diğer akademisyenlerinin, medyanın, diğer sivil toplum örgütlerinin bu sesi büyütmesi ve bu etkinliğe fiziksel olarak da (belki Boğaziçi'nin dış kapısında) katılması gerekirdi. Bu cesur insanları daha çok konuşmalı ve konuşturmalıydık.
Bizlerin artık sivil toplum örgütlenmesine daha fazla ağırlık vermemiz gerekiyor. Siyasal partilerdeki -ki şu dönemde özellikle CHP'deki- hareketlere, yolsuzluklara, akraba atamalarına ve diğer tüm kabul edilemez durumlara tepki göstermek zorundayız. Yanlışlıkları duyuran gazetecilere ve medyaya destek olmamız lazım. Aksi takdirde, giderek daha fazla yaşanamaz bir dünyada kalacağız.
Bugün 5 Mayıs 2024 Pazar Özerk ve özgür üniversite için verdiğimiz mücadelede akademisyenlerin ve öğrencilerin sesini çoğaltmak amacıyla bir araya geldiğimiz 154. mezun nöbetimiz. Geçtiğimiz hafta içinde yine kayyum yönetiminin okulumuza verdiği zararları gördük. Yetiştirdiği sayısız yüksek lisans ve doktora öğrencisi ile bilim dünyasına olduğu kadar ülkemizin özel ve kamu sektörüne de yadsınamaz katkılar yapan Boğaziçi Üniversitesi'nin hem Fen hem Sosyal Bilimler Ensititülerine geçtiğimiz hafta üst üste aynı hukuk dışı yöntemlerle atamalar yapıldı. Üniversitenin lisansüstü programlarını düzenlemekle görevli bu enstitülerin kurullarında yer alan tecrübeli hocalar bir dizi haksız işlem ile aynı anda görevden alındı. Görevden alınan akademisyenlerin yerine daha önce hiç yüksek lisans, doktora tezi yönetmemiş, üniversitemizin işe alımlarda önceliği olan liyakat ilkesi göz ardı edilerek, işe alım kriterleri hiçe sayılarak istihdam edilmiş olan kişiler getirildi. Hocalarımızın Cuma günkü bildirisinde, bu görevlendirmelerin, 2022 yılı başında üç seçilmiş dekanın aynı anda YÖK tarafından görevden alınıp yerlerine üniversite dışından atamalar yapılması gibi üniversiteye yapılan en ağır akademik müdahaleler arasında olduğu belirtildi. Hocalarımız yaptıkları açıklamada, “Bu yanlıştan acilen geri dönülmesini, görevden alınan kurul üyelerinin görevlerine iade edilmesini, aksi takdirde Boğaziçi Üniversitesi lisansüstü programlarının telafisi imkansız hasarlar alacağını kamuoyuna saygı ile duyuruyoruz” dediler. İstanbul Bölge Mahkemesi, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğünün Ağustos 2022 tarihinde Tarih Bölümü için, bölümün olumsuz görüşüne rağmen açtığı Dr. Öğretim Üyesi kadro ilanını hukuksuz bularak söz konusu işlemi iptal etti. Tepeden inme bir yöntemle verilen ilana karşı iptal talebiyle açılan davada mahkeme yapılan itirazı kabul etmemişti. İstinaf aşamasında ise mahkeme “norm kadro planlama yetkisi üniversite rektörüne ait ise de bu yetkinin sınırsız ve keyfî olmadığı, takdir yetkisinin kamu yararına uygun kullanılması gerektiği, rektörün planlama yaparken ilgili ana bilim dalı ve bölüm kurulu ile birim yönetim kurulunun görüşünü almakla” yükümlü olduğunu, ayrıca kadro talebi aşamasında da Fakülte Yönetim Kurulu tarafından olumsuz görüş bildirildiğini belirterek, uygulamada “kamu yararına ve hukuka uyarlık bulunmadığına” hükmetti ve atama işleminin iptaline karar verdi. Geçtiğimiz hafta Turkcell şirketinin KAP’a yaptığı bir açıklamayla öğrendiğimize göre, Boğaziçi Üniversitesi Kayyumu Naci İnci, Turkcell şirketinin yönetimi kurulu üyesi olarak atanmış bulunuyor ve aylık 150 bin TL’lik ikinci bir maaş alıyor. Kendi okuluna, meslektaşı hocalara, öğrencilerine, mezunlarına ihanet etmenin vicdani yükü ağır gelmiş olacak ki, bunu hafifletmek için kendisine ikinci bir maaş bağlanmış. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin akademik tartışmaları kamusal alana taşıma amacıyla düzenlediği açık ders serisi Direnen Akademi’nin on üçüncü oturumunda 6 Mayıs’ta Ekonomi Bölümünden hocamız Begüm Özkaynak “Ekolojik Ekonomi Politik Ekoloji ve Direniş” başlıklı dersi sunacak. Direnen Akademi dersi her zaman olduğu gibi saat 19:00’da, Taksim’de Sevgi Soysal Kütüphanesinde olacak. Her hafta olduğu gibi, mezunlar olarak diyoruz ki Kayyım rektör ve yönetimi ile bugüne kadar hukuksuzca kadrolaşmış tüm isimler istifa edene, kurumsal işleyişe zarar veren tüm uygulamalar ve atamalar sona erdirilene kadar biz buradayız. Kabul Etmiyoruz. Vazgeçmiyoruz |
Füsun Nebil Kimdir?Füsun Sarp Nebil, İstanbul, Bakırköy'de doğdu. Eğitimini Çanakkale, İzmir ve İstanbul'da yaptı. Evli, 2 çocuk sahibidir. Denizcilik meraklısıdır (amatör kaptan). Master derecesini Istanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Yüksek Mühendisliği bölümünden aldı (Şimdi Enerji Enstitüsü). THY, Nasas Alüminyum Fabrikası ve Alemdar Holding Grubunda çeşitli görevlerde bulundu. 1997 Türkiye'nin ilk ISP'lerinden Alnet'in Genel Müdürlüğüne getirildi. 1999 yılında turk-internet.com'un da dahil olduğu çeşitli siteleri yayınlayan Intervizyon Ltd. şirketini kurdu. Şirket halen Kadinvizyon.com gibi başka siteleri de yönetmektedir. 1998 - 2011 arasında Ulaştırma Bakanlığı tarafından kurulan İnternet Kurulu üyeliği yaptı. Devletin özel sektörü aldığı çeşitli komisyonlarda çalıştı. 2016'dan beri TOBB Telekom Meclisi üyesidir. Nebil, Eylül 2001 yılında Birleşmis Milletler tarafından Türkiye'den seçilen başarılı iş kadınları arasında yer aldı (UNECE INCLUDES 9 TURKISH BUSINESSWOMEN ON ITS LIST). 2010-2013 arasında Türkiye Dijital Oyun Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2011 - 2015 arasında 4 yıl Eutelsat Avrupa TV Ödüllerinde Jüri Üyeliği görevi aldı. Türkiye İhracatçılar Merkezi dahil, çeşitli projelerde "Bilişim ve İletişim Sistemleri Danışmanlığı" vermektedir. Konusuyla ilgili olarak TV programlarına ya da konferanslara katılarak, konuşma yapmaktadır. Yazıları internet üzerinden turk-internet.com sitesinin yanısıra, yetkinreport.com, bilisimdergisi.org.tr, Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği Dergisi, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Güncel Hukuk Dergisi, Ankara Baro Dergisi, journo.com, Tüketiciler Birliği Etikett gibi çeşitli ortamlarda yayımlanıyor. 2014 yılından beri T24'te yazıyor. Türk Telekom ve Turkcell konusunda araştırmaları ve uzmanlığı var. 2018 nisan ayında "Bitcoin ve Kripto Paralar" isimli ilk kitabı yayınlandı. Detaylı bilgi için https://wiki-turk.com/fusun-sarp-nebil/ adresine bakabilirsiniz. |
Şu ana kadar gördüğümüz şu; bilişim ve telekom alanında, AKP nereye elini attıysa, orası kurudu, duraklama devrine girdİ
ABD'deki yapay zekâ şirketlerindeki çalışanlar, teknolojideki ilerlemelerin mevcut yasa kapsamında yasal olarak ifşa edemeyecekleri tehditler oluşturduğunu savunuyorlar
“Yarı iletkenler” dediğimiz çip setleri, silahlanma yarışının ve dolayısıyla ABD-Çin ticaret savaşlarının tam merkezinde yer alıyor. Bu “kendisi küçücük” bileşenler, füzelerden, elektrikli araçlara ve hatta çamaşır makinalarına kadar her şey için büyük işler görüyor
© Tüm hakları saklıdır.