Türkiye’de hukuk sistemi hakkında bir efsane var: her vatandaş kanun önünde anayasanın 66. maddesine göre eşittir, ‘Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.’ Bu madde ‘Türk’ kavramının sadece Türkiye’nin tüm vatandaşlarını kökenlerine bakılmaksızın tanımlayan hukuki bir tanım olduğunu, bireylerin etno-kültürel ve dini kimliklerin devletin alanına girmeyen bireysel konular olduğunu ifade eder.
Ancak bu kavram anayasa (önsözü) ve içtihatlar da dahil olmak üzere Türk hukunun geri kalanı tarafından hiçe sayılmakta ve ‘Türklük’ ve ‘Türkleştirme’ birçok şekilde öne çıkarılmaktadır. Daha basit söylemek gerekirse tüm Türkiye hukuk sistemi, tarihi, kültürü, dini ve diliyle etnik ‘Türk’lükle nefes alıp vermektedir.
Hukuktaki Türk hegemonyasının küçük bir örneği anayasanın giriş bölümünde görülebilir. Burada ‘Türklüğün tarihi ve manevi değerleri’ne ve ‘Türk milli menfaatlerine, Türk varlığına’
referans verilmektedir. Ermeniler ve Rumlar gibi azınlıklar bu ifadelerde yer bulamamakta, sayıca büyük azınlıklar olan Aleviler ve Kürtler de bu tanımın içine girmeye zorlanmaktadır.
Uygulanamaz
Dilde de Türkçe hakim. Kürtçe hiçbir zaman resmen yasaklanmadı. Sadece resmen var olmayan bir dil yasaklanamayacağı için değil, her yerde ve her zaman Türkçe’nin kullanılması zorunlu olduğu için. Bu gerçek, şimdi Erdoğan tarafından ‘özgür’ bırakılan Q, W ve X harferini de Türkçe’de mevcut olmadıkları için kullanılamaz kılıyor.
Erdoğan Q, W ve X harflerini hukuken serbest bırakmayı nasıl başaracak? Bunları kanunların içine sokacak bir yol bulmak zorunda. Bunları Türk alfabesine dahil etmek sorunlu. Sadece sorunun bir kısmını çözeceğinden değil ama Kürtçe demokratikleşme paketinde ve Türkçe’de olmayan üç harf daha kullandığı için (î, ê ve û). Daha da önemlisi bu yol Türkçe’nin zorunlu kullanımını onayladığı için sorunlu.
Hükümet bu konuda farklı bir kanun koyabilir, ama bu yeni kanuna kolaylıkla ün peşinde koşan bir savcı ‘Türklüğü’ korumak amacıyla itiraz edebilir: anayasa hala devletin dilinin Türkçe olduğunu ifade ediyor ve bunun aksine olan herhangi bir kanun Anayasa Mahkemesi nezdinde sorgulanabilir.
Hukuki bir teknik detay
Ya Kürtçe propaganda yasağının kalkması, bu Erdoğan’ın gerçekten temel demokratik bir ilerleme istediğinin göstergesi değil mi? Hayır, değil. 2012 yılının yaz aylarında Anayasa Mahkemesi siyasi propaganda kanununu değiştirmek için hükümete altı ay süre vermişti. Türkçe’nin tüm siyasette zorunlu olmasının anti demokratik olması yüzünden değil, hukuki bir teknik detay yüzünden. Bu talimat şimdi çok geç de olsa uygulanıyor. Ancak hükümetin bunu nasıl çözeceği de açık değil, ama anayasa değişikliğine gidilmediği taktirde sadece mevcut kanunlara bir şeyler sıkıştırmak çözüm olabilecek.
En belirgin örnek anadilde eğitim konusunda Erdoğan’ın açıkladığı karar: anadilde eğitim sadece özel okullarda mümkün olacak. Bu ileriye doğru bir adım mı? Hayır. Sadece Kürt çocuklarının çoğunluğunun devlet okullarına gitmesi ve özel okullara sadece parası olan ailelerin çocukları gidebildiği için değil, ama öncelikle bunu hayata geçirmek Türkçe’nin üstünlüğünü onaylayacağı için.
Anayasanın 42. maddesi hiçbir eğitim kurumunda Türkiye vatandaşlarına Türkçe dışında bir dilin anadil olarak öğretilemeyeceğini belirtiyor. Hükümetin büyük olasılıkla yapacağı Kürtçeyi yabancı dil olarak tanımak olacak çünkü kanun yabancı dilleri eğitimde istisna olarak kabul ediyor. Bu da kanundaki belli bir tanım kullanılarak mümkün: bir ‘yabancı dil’ bir başka ülkenin resmi dili olmak zorunda. Kürtçe Irak’ın iki resmi dilinden biri olduğu için, yabancı.
Arap harfleri
Bununla ilgili birkaç sorun var. En önemlisi: Kürtçe bir Anadolu dili. Türkiye nüfusunun %15-20‘sinin anadili ve bu yüzden yabancı bir dil değil. Bir Anadolu dilini yabancı dil olarak nitelemek sadece Kürtlere hakaret değil aynı zamanda Türkçe’nin hakimiyetini vurgulamanın bir yolu.
Bunun yanısıra Irak’ın ikinci resmi dili bu ülkede en çok konuşulan Kürtçe diyalekti olan Sorani ve Arap alfabesiyle yazılıyor. Bu Türkiye’de konuşulan ve Latin harfleriyle yazılan diyalekt Kurmançi’den farklı.
Bir diğer deyişle Irak Kürtlerinin elde ettiği haklar Türkiye’deki Kürtlere bütün haklarını (devlet okulları da dahil olmak üzere anadilde eğitim) vermemek için bir hile olarak kullanılıyor. Ve eğer hükümetin mantığı harfiyen takip edilirse Türkiye Kürtleri çocuklarını anadilleri olmayan Sorani ve Arap harfleri ile yapılan bir eğitime mi gönderecekler? Eğer böyle olmayacaksa Erdoğan bu sorunu nasıl çözecek?
Sadece geçtiğimiz hafta açıklanan kararlar değil, AKP’nin bugüne kadar Kürt sorunu ile ilgili aldığı her karar kanun yapısına bir hile ile (bazen buna da gerek duyulmaksızın) iliştirildi. Bunun nedeni bu yapının temel prensibini korumaktı: Türk hegemonyası.
Böyle olması lazım çünkü yeni bir anayasa hazırlaması gereken meclis komisyonunun çalışmalarından bir sonuç çıkmıyor. Bunun nedeni komisyonun oybirliği ile karar vermesi gerekliliği ve komisyondaki dört partiden üçü (AKP, CHP ve MHP) sorunun kökenini temsil ediyor: Türk milliyetçiliği. Bu Güney Afrika’daki ırkçı Hollanda kökenlilere ayrımcılığı sona erdirecek anayasa hazırlıklarında veto yetkisi vermek gibi bir şey.
Devlet adamı
Erdoğan bir devlet adamı olsaydı bu komisyonda çağdaş bir anayasa hazırlamaya kararlı olmayan herkesi komisyon dışında bırakır ve işin bu amaca adanmış milletvekilleri ve uzmanlarca gerçekleşmesini sağlardı. Bu Türkiye’nin en güçlü adamı olarak yapacağı son iş de olsa bunu yapardı: ülkesinin ve halkının geleceğini düşünen bir devlet adamı eylemlerinin siyasi geleceği üzerinde etkilerine ağırlık vermezdi. Ama Erdoğan bir devlet adamı değil. O akıllı bir siyasetçi ve sadece sahip olduğu gücü ve bir sonraki seçimleri düşünüyor. Demokratikleşme paketi bir kez daha bunu gösterdi.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yazının İngilizcesini okumak için tıklayın
http://twitter.com/fgeerdink