Ekim 2022.
Pandemik zamanlarda artan ama iyiden iyiye tek boyuta geçen iş düzenim, mevsimlerin ve ayların ayırdına daha çok varmamı sağlıyor.
Ev güzergâhıma yakın parkta yürüyüş yaparken bilhassa kurumuş yapraklara basıp çıtırtılarını dinliyorum.
Kulağımdaki müzik de sonbahar ağırbaşlılığını yakalayan melodilere değişiyor.
Edward Elgar, Dvorak, Vivaldi ayağımın altında ezdiğim yaprakların çıtırtılarına eşlik ediyor.
Bazen böyle yürüyüşlerden sonra aslında yeni keşfedilmediği halde, altını çizdiğim bazı cümleler not alıyorum.
Doğada ölüm yok, yalnızca değişim var, yazmışım.
Ölüm bilinci olan tek canlı türüyüz.
Bu bizi huysuzlaştırıp, bencilleştirirken, bir yandan süreklilik ve ebedilik arzusunun fitilini ateşliyor.
Yaşamak derin bir mesele bu yüzden.
Derin bir kavrayış, bu kavrayış için bilgi, bilgiyi sükunetle harmanlamak, hatta bir insanın ortalama ömrünün yetemeyeceği cevaplar için de ölülerin bilgeliğine başvurmak gerekiyor.
İnsanların, saatlerce çalışarak endüstrideki başı kesik tavuklar gibi her gün yumurtlamak zorunda olduğu coğrafyalarda bunu beklemek ise pek naif olur.
Pandemik zamanı kendi ritmimin yanında akan bir nehir gibi izlerken, düz dünyacıların fışkırttıkları suları bulandırıyor.
Kırmızı Pazartesi (Gabriel Garcia Marquez) gerçek bir yaşanmışlık hikâyesidir mesela.
Onun gibi bir şeyin ortasına çekiliyorum.
Kendimi mevsime, aya, çalışmalarıma veriyorum.
Başka mevsimlerdeki ekim aylarını anımsamaya çalışıyorum, hatta notlarımı karıştırıyorum.
Çok film seyretmişim, seyrettiğim filmlerdeki güzel cümleleri not düşmüşüm mesela.
Sinemanın büyülü dünyası aklıma çocukken okuldan kaçıp gittiğim sinemayı düşürüyor.
Benim için sinema, gündüz düş kurabilmek, anlamlandırmakta güçlük çektiğim gerçekliği anlamlandırmak sihiriydi.
Ev, ilkokul ve sinema her biri birbirine 500 metre uzaklıktayken, bazen öğlene doğru son dersten on-on beş dakika erken kaçar, yiyecek için kullanılmak üzere verilen harçlıklarımla sinemaya giderdim.
Bu masum macera bir gün bir film arasında, ensemde soğuk bir el giysimin yakasından tutup, beni mahcup etmeyecek bir fısıltıyla "gidiyoruz" dediğinde bitti.
Annem üzerindeki önlüğü dahi çıkarmayı unutup fırlamıştı evden.
Kendi yaptığımdan değil, onun önündeki yemek lekeli önlüğünden utanmıştım.
Sorunsuz ama sorumsuz bir aylaklığın ortasında beni yaşamın yeknesak gerçekliğine çekmek isteyen anne eli.
Şimdi ne zaman bunları hatırlatsam "Fena mı olmuş bak sen olmuşun" diyor.
Bir sihir, bir büyü gibi merakla izlemekte olduklarınızı bıraktırıp ensenize yapışan her vakit iyi niyetli bir anne eli değil.
Bir sihir bir büyü gibi aylarca yazdığım kitap sonunda meydana çıkmışken ensemde bir suçlunun nefesi ve adaletin kan donduran kayıtsızlığı.
Evet bu ekim bir farklı.
Hem fiziksel bir şiddet hem gözümün önünde kanattıkları adalet mevsimin ağırbaşlı hüzününe karışacakken öfkeyle biliyor.
Ama bir yandan iki yıldır bu köşede yazdıklarımın kronolojik akışı ile harmanlayıp yazdıklarımın pandemiyi öksüz bırakmayacak bir hikâyeye dönüşmesi bir büyü gibi iyileştiriyor.
Bu ekim ayına şu not ile başladım:
"Tüm bu distopik sahneden içeri sızan bir ışık var."
Kitap, teknik bir salgın güncesi değil, öyle olsa çıplak bir gerçeklik olarak katlanılması oldukça zor bu yıllar hikâyesiz kalmış olurdu.
Bu pandemik zamanda bir yandan ölüm kalım kadar katı ve soğuk bir gerçekliğin sözcülüğünü yapmak zorunda kalışım, bir yandan kendi ritmimi bulmakta zorlanacak kadar basınçlı çalışma koşullar bir yandan sürekli uğradığım şiddette katlanabilmek için sıklıkla zihinsel vahalara, kadim bilgeliklere kaçışıma dair sızıntılar var.
Pandemik zamanın ve benim zamanımın coğrafi işaretleri, hekim olmanın rasyonelliği, dönemin bireyi ezip geçen yaşamsal olanı önüne katan politik basıncı da var hikâyelerde.
Büyük bir ayrıcalık olarak, yaşamımı değiştiren kitaplardan dediğim
Spinoza'nın Sevinci Nereden Geliyor kitabının yazarı Çetin Balanuye, önsöz yazdı.
Zor zamanlarda da yaşama ve sonraki kuşaklara borcumuz olan sevinci sürdürebilmeye dair o kitabı keşfetmiş, hemen oğluma da hediye etmiştim.
Salgın gibi nadir ve duygusal fırtınalar da yaratan bir fenomen ya da çok meşakkatli bir o kadar neşeli yaşam, hangisine olsa da düşülen o notlar, şişedeki mesaj gibi en umarsızca ufuklara bakanları buluyor.
Kitap haberini, şöyle ve aslında yapmak istediğimi benim sözcüklere dökebileceğimden çok daha iyi bir not düşerek, paylaştı:
"Salgını bu kez Esin Şenol kayıtlara geçirdi, kayıtlarda dursun diye değil; daha iyi bir dünyayı esinlesin diye. Ortaya bu kitap çıktı. Okuru kişisel olan ile evrensel olan arasında güler yüzlü bir seksek oyununa çağırıyor."
Ne olursa olsun hayat çok sertleşse ve ellerim kanasa bile avuçlarımı hayatın en sivri köşelerine böylece geçirdim.
Bir önceki yıl ekim ayına şu notu düşmüşüm:
"Oyun mu zordu, biz mi oyunu bozduk."
Bunu bilmiyorum.
Ama, mevsimlerin baharda çiçek kokan neşeden, yazın güneşe serdiğimiz uçarı tembelliğe, tembellikten güzdeki hüzne, hüznü kış ayazında soğutmaya evrilen değişimi ne çok şey anlatıyor.
Günler, iyice elini eteğini güneşten çekiyor
Parlamayan ışıktaki sonbahar renkleri ise muhteşem.
Esin Şenol kimdir?
Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır.
Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır.
1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.
Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur.
2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir.
Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).
Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve
Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.
TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.
ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).
ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.
Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.
Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.
33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.
İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.
|