Geçen hafta sonu Ankara’da arabamla Hoşdere Caddesi’nin yokuşundan aşağı inerken, sağ tarafta yere düşen bir insan karaltısı seçer gibi oldum.
Fark ettiğim şeyin gerçek olup olmadığını anlamak için dörtlülerimi yakıp arabayı sağa çektim.
Birkaç kişi yere düşmüş ak saçlı, seksenli yaşlarında bir hanımefendinin başına toplanmış, omuzuna çapraz asmış olduğu çantasını çekiştirerek başının altına yerleştirmeye çalışıyordu.
“Ben doktorum müsaade eder misiniz “ dedim.
Usulca açıldılar.
Nabız, solunum ve bilinç diye otomatiğe bağladığım yaşam belirtileri kontrolünü yaptım.
Yaşam belirtileri iyiydi ama acı çekiyor, usulca belli etmemeye çalışarak inliyordu.
“Ambulans çağırıyorum, bir yeriniz kırılmış olabilir “dedim
Bir yandan konuşarak bilinç durumu kontrolünü sürdürüyordum.
“Çağırmayın hastane istemiyorum “dedi inleyerek.
“Bir yakınınız var mı pekiyi onunla haberleşeyim “dedim.
Başının altındaki çantasından telefonunu çıkarıp aramamı istediği kişinin telefonu çevirdim.
Bir yandan da ambulansa haber verdim.
Gelen kişi yaşadığı apartmanın görevlisiydi;
"Hastane istemiyor çünkü geçen yıl iki kez kolunu kırdı ve çok çekti" dedi.
Yaşı ilerleyen kişiler şehir sokaklarında güvenli biçimde dolaşamıyor.
Kalabalık şehirler, içinde hiç yaya insan bulunmayacakmış gibi kocaman tüp geçitler, devasa binalardan ibaret beton ormanları.
Neredeyse yayaların yürüyeceği kaldırım yok ya da çoğu araba parkı ile işgal edilmiş durumda.
Yaş alma sürecinde, siz eğer dirayetle ve ısrarla gidişatı durduracak çalışmalar yapmıyorsanız, kas kütlesinde azalma ve denge problemleri kaçınılmaz olan.
Ambulansla uğurladıktan sonra aklıma pandeminin en fırtınalı günlerinde aldığım çaresiz telefonlar geldi.
Tüm kalbiyle çocuklarını yurt dışına okumaya, çalışmaya yollamış ve uğurlamış, yaş almış kişilerin fiziksel bir çaresizlikle baş etmeye çalışmaları hüzünlendirmiş, tamamen bir başlarına bırakılmış olmaları öfkelendirmişti.
Bu pandemide en çok “stigamatizasyon” yapılan ileri yaştaki kişilerdi.
Son yıllarda iyiden iyiye çarpıklaşan büyük şehirlerde yaşamanın gerilim ve tehlikelerini göğüsleyemeyecek olanlar, sırça köklerde yaşamıyorlarsa, bir köşede yaş almanın dinginliğiyle baş başa kalmayı çoktan göze almışlardı zaten.
Pandemi sürecinde okulları kapalı tutup büyük alışveriş merkezlerini açan, hastalığın asıl bulaştığı kalabalıklarda çalışmayı serbest bırakan salgın yönetimi adeta bir ceza gibi aylarca kapının önündeki açık havaya dahi çıkmalarını yasakladı.
Fena gitmeyen yaşlılık zamanlarının sekteye uğramasından korktuğum annemle babama hiç değilse arka bahçeye inip yürümelerini biraz güneş almalarını öğütlüyordum.
Ama babam “kızım ben emekli hâkimim, polisle filan uğraşamam“ diyor, anneme de mani oluyordu.
Kolluk kuvvetleri ve bol reytingli kanal muhabirleri sokaklarda yaşlı avına çıkmışlardı.
Nasıl ki salgında ileri yaştaki kişileri kah evlerinde hapis kah çaresiz bıraktı bundan sonra da el üstünde de el altında da tutmayacak elbette.
Pandemi fırtınasının kıyısına vurmak için Manş’ı geçer gibi boğuşarak kulaçlar attığımız yetmezmiş gibi bunları söylediğimde, yaşlıları cezalandıranların taraftarları “Kadın kapan dedi o yüzden hep” diye karşı saldırıya geçiyor.
Tüm salgın boyunca, açılabilmesine izin verilen nadir zamanlarda da, okullar önlem alınmadan ve çocuklar aşılanmadan açıldığı için aynı evdeki kırılgan kişiler çocuklardan ya da evden çalışmaya çıkıp toplu taşımaya binenler, kalabalıklardan kaçamayanlardan etkilenip hastalandılar hatta öldüler..
Aşılamada da tercih daha hızlı daha etkili olan aşıdan yana yapılmadığı için gecikerek aşılanan yaşlılar aşılandıklarında dahi yeterince korunamadılar.
Altmış beş yaş üzeri kişilere yönelik tüm yasakların karşısında ve yalnızca ölümcül bulaşmaları önleyebilecek makul kısıtlama ve yöntemlerden yana oldum.
Ama yalnızca zaman değil, ülke dert yumağı.
“Dert yumağı” bizim durumumuzu, insan eliyle başımıza getirilip yumak yapılan dertleri, evrensel ortak dilden taşan “distopik” sözcüğünden daha iyi karşılıyor bana sorarsanız.
Erişkinlerde aşılamanın yaşam süresi ve kalitesine etkisini anlatırken, bizim yaş alırken fizyolojik olarak eksilttiğimiz infeksiyon bağışıklığımızdan, evrimsel süreçlere bir örnek diye söz ederim.
Biz infeksiyonlarla baş edebilmeyi öğrenerek sağ kalmış bir türüz.
Geçen yüzyıldan itibaren aşılama, antibiyotikler, koruyucu halk sağlığı önlemleri ile insan ortalama ömrü yaklaşık 25-30 yıl uzadı.
Ama uzatılmış yaşamlarımızda mikroplar ve tehlikeli karşılaşmalardan yorgun düşen bağışıklık sistemlerimiz, altmış beş yaş sonrası sürekli eksilmeye gidiyor.
Şimdilerde yaşlanmak süreciyle ilgili bazı kodlar çözülmeye başlamışken, yaşlanmak “hücresel bağışıklığımız “dan eksilttiğimiz, bağışıklığın yeniden şekillendiği, evrimsel bir denge, bir çeşit anlaşma aslında.
Sözün sonunu da şöyle bağlayarak getiririm;
“Nasılsa artan infeksiyon duyarlılığı ile baş edebilmenin kodlarını aklımızla bilimle çözüp, tedavi, aşı ile yönetebiliyoruz, ne kadar akıllıca şu evrim değil mi, birlikte yaşayanların birlikte yaşama ustalığı.“
Serviste hastalara vizit yaparken en iyi ihtimalle orta yaştaki yakınlarının himayesinde ve onların sandalye üzerindeki gecelerini birbirleriyle nöbetleşmeleri ile bakabildiğimiz yaşlılar bende çaresizlikle karışık bir hüzün yaratıyor.
Evrimin yüzlerce yıllık kodları, uzlaşmaları da pandeminin iyice yumak yaptığı memleketin dertlerine dolaştı.
Yaşlılar geçmişimiz mi, geleceğimiz mi?
Bize geçmişimizi anlatacak yaşlıların belleğinden mahrum kalmak geleceğimizi iyiden iyiye belirsizleştiriyor.
Gençlerin neşesi yaşlıların bilgeliğinden yoksun beton ormanlarında yaşamak ise yaşamaktan çok büyük bir bocalama ve çırpınmaya benziyor.
Esin Şenol kimdir?
Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır.
Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır.
1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.
Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,
Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur.
2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir.
Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).
Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve
Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.
TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.
ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).
ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.
Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.
Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.
Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.
33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.
İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.
|