Hayatı bembeyaz gösteren barımızdı. 26 yaşımda kapısından girdiğimde önce müziğine kapıldım sonra yalnız bir kadına çevrilmeyen erkek yüzlerine şaşırdım.
TRT'de muhabirdim, ağlarken de, gülerken de Siyah Beyaz’a gitmeye başladım. Kimse bana yıllarca nerelisin, nereden geldin, nereye gidersin diye sormadı. Tek başıma oturduğum barda, tek başına oturan diğerleri gibi açık denizleri seyredercesine ferah, günlerin getirdiğinin muhasebesini yapardım kafamda. Ne omuzuma dokunan bir el olurdu, ne aklımı karıştıran bir laf.
Gide gele yavaş yavaş bir cümle, iki paragraf, bir sayfa, bir kitap yazılabilecek dostluklar kuruldu. İstediğin uzunlukta konuşabildiğin, istediğin uzunlukta susabildiğin, yanında saçmalamaktan korkmadığın dostların yanında istediğin kadar içebiliyordun. Kimse kimseyi eve bırakmaz, bir kahve içelim mi geyiği yapmazdı.
Dedikodu uğramazdı o mekâna. Kimse kimseye afra tafra hava atmazdı. Kim paralı, kim çulsuz bilinmezdi. Mevkilerden, maldan mülkten arınmış müdavimler yan yana huzur bulurlardı.
Demokrasinin sorgulandığını, sloganlar atıldığını, insanların yaftalandığını, inançların kurcalandığını, kadın erkek ilişkilerine dair ahkâm kesildiğini hiç duymadım mekânımızda.
Eğlenmeyi bilenlerin mekânı
Rock’n roll şarkılarını en iyi bilen müdavimlerden birinin MHP Genel Başkan Yardımcısı, en iyi tempo tutanın en büyük gazetenin temsilcisi, John Trovolta’ya taş çıkaran rock dansçısının bir bakanlık bürokratı, pistin orta yerinde salınanın büyükelçi, el çırpanın Kayseri tüccarı olduğunu öğrendiğimde hayret etmiştim doğrusu.
Komünistin aktivisti, nihilistin depresifi, sosyalistin hüzünlüsü, apolitiğin meraklısı, ressamın avangardı, müfettişin büyütecini masa çekmecesinde bırakanı, işadamının kravatı cebine tıkıştıranı, doktorun neşteri kapıda atanı her hafta dans ediyordu.
Siyah Beyaz’a gelen kimsenin derdi yok muydu? Kimsenin kocası, karısı aldatmıyor muydu, kimse müdürüyle amiriyle kavga etmiyor muydu, kimsenin çocuğu okulda sokakta şiddet görmüyor muydu, kimsenin borcu yok muydu? Bilmiyorum.
O bara girince hayati tasalar, sorunlar birkaç saat de olsa kapıda bırakılıyordu, ya da birkaç kadehle havaya savruluyordu.
Yalnızların sığınağı
Mekanın büyüsünü anladım; Siyah Beyaz yalnız ruhların sığınağıydı. Yalnız ruhlar birbirlerinin ruhuna dokunmadan, taburelere tüneyip, kendilerini dinliyorlardı. Kendilerini kendileri gibi duyanlara kulak veriyorlardı. Mırıl mırıl daldan dala akan lakırdılarla, istedikleri ırmaklarda yıkanıyorlardı.
Siyah Beyaz’ın filmini çekmiş müdavim dostlarımızdan doktor Ahmet Boyacıoğlu. 20 yıl önce onu tanıdığımda yönetmen sanmıştım. Dünya sinemasından onlarca film izliyordu her hafta. Nejat İşler Ahmet’in tıpkısı. Taner Birsel Siyah Beyaz’ın sahibi Faruk.
Salyangoz yetiştiren Erkan Can benden sonraki müdavimlerden biri olmalı, Şevval Sam ve Derya Alaboraları tanıyorum.
Bu film sorgulamayan, yargılamayan, yalnız ruhlu dostların hikâyesi. Selam size eski dostlar.
20 yıl önce Siyah Beyaz da evlenmiştim.
Aynı adamın bu cumartesi yine Siyah Beyaz’da düğünü var. Ona mutluluklar diliyorum, o benim kızımın babası. Kızım da düğünde olacak. Siyah Beyaz'da o da babasıyla kucaklaşacak.