İftarlık Gazoz, Yüksel Aksu’nun ilk iki filminden komedi dozunun epey seyrelmesiyle farklı bir yerde duruyor.
Demlenmiş bir film.
Yine insana dair, hayata dair güzel bir tat bırakıyor belleklerde.
Ben bir Muğlalı olarak Dondurmam Gaymak’ı abartısız 15 kez izlemişimdir ve her defasında aynı şevkle gülerim.
Aksu’nun beyazperdeye samimiyeti her filminde geçiyor ve ona hep inanıyorum. Ancak film bittiğinde keşke yapmasaydı dediğim kısımlar oldu söylersem spoiler ötesinde olur söyleyemiyorum.
Biri; sonunun fazla uzun olması, yani son sekansın epey bir temizlenmesi gerek, film tam tadında kalacakken melodrama dönüşüveriyor, sanki seyirciye oynamaya çalışıyor halbuki hiç ihtiyacı yokken. (Spoiler nedeniyle sağlıklı örnek veremiyorum)
Cem Yılmaz, oyunculuk olarak kendi çıtasını aşmış ama şive konusunda Dondurmam Gaymak’ta Turan Özdemir performansıyla kıyaslayınca eksik kaldığını görüyorum, bir de Muğlalı olunca daha belirgin anlaşılıyor. Cem Yılmaz adını duyunca hep güleceğiz sanıyoruz ama o aslında dramda da çok iyi bir oyuncu, bunu kanıtlıyor.
Aslında filmin yıldızı; çocuk oyuncu Berat Efe Parlar. Büyük bir yükün altından kalkıyor. Onu Can Evrenol’un Baskın’ında Arda’nın çocukluğu olarak da izledik. Bunun pek bilinmemesi İftarlık Gazoz’un lehine…
Film, İngiltere, Almanya, İtalya'dan gelen oyuncularıyla da dikkat çekiyor. Bu isimlerden biri Ümmü Putgül. Londra'da tiyatro yapan Putgül, ekibin de oyuncu koçu. İtalya'dan gelen minik yıldız Greta Fusco ise Hollywood yıldızlarından İtalyan oyuncu Cosimo Fusco'nun kızı. Film için yurtdışından gelen bir başka isim de Yılmaz Bayraktar.
Asıl bahsetmek istediğim ve yazmaya iten konu da bu bağlamda geçen hafta basın toplantısında Yüksel Aksu’nun sözleri…
Toplantıda Cüneyt Cebenoyan, daha çok Hasan karakterini başarıyla canlandıran Yılmaz Bayraktar’ı da kastederek ‘yurt dışından Almanya’dan oyuncularımız buraya dönüp oynamaya başladılar son dönemlerde fazlaca, acaba biz burada masumiyetimizi mi kaybettik diyor?
Cem Yılmaz, çok güzel, farklı bir çıkarım diyor.
Yüksel Aksu’nun tespitleri ise hem televizyon hem de sinema dünyamız için hem acı hem gerçek.
“Şu tarihte dizim başlıyor, bu tarihte dizim başlıyor. Ben o castta yokum. Genellikle de buna çok özen gösteriyorum. Dizi yapanlara bir şey dediğim için değil. Benim için bir rol, iki tatil arasında arada attırılıp, arada Bodrum’da güneşlenilip yapılabilecek bir şey değil. Benim için bir rol, bir karakter; bir akademik araştırma alanı. Dolayısıyla da onun minimum 6 ayını istiyorum veya kendisini o kısa dönemde vakfetmesini istiyorum. Cem kendi filmini bıraktı geldi, gece gündüz orada burada çalıştı. Reklamlarını gösterilerini bıraktı. Başka türlü çıkmaz….
Ama öyle olunca Türkiye maalesef bakirleşti, fukaralaştı. Yani cast konusunda çok büyük kalabalıklar var sanıyoruz ama fukaralaştık.
Cem Yılmaz: Bu vasıflara sahip, istekli insanlar da meşguller. Bu işleri mecburiyetten yapıyorlar ve mutsuzlar. Çünkü hiçbir filme dahil olamıyorlar takvimden dolayı. Birçok arkadaş biliyorum ki bundan muzdarip.
Y.A.: Onlar da muzdarip, herkes muzdarip.
C.Y.: Birçok güzel işi, layığıyla yapamamak ya da hiç yapamamak gibi bir kaderleri oluyor.
Elif Dağdeviren: Yapımcı olarak katkıda bulunayım. Hakikaten çok acı çekerek gelemiyorum diyen çok insan var çünkü uzun süre bir iş anlaşması yapmış
Y.A.: Kışın film çekemezsin abi, özeti bu. Set kuramazsın cast yapamazsın.
Herkesin ya oyuncu ya topçu olmaya çalıştığı kısa yoldan parayı şöhreti bulmaya çalıştığı bir ülkedeyiz. Eee bakınca bir diziyle şöhret olup Instagramda 1 milyon takipçiye ulaşıp bir anda zengin olabiliyorlar. Bunu da 12-18 yaş arası fanlar çok cazip görüyor. Onlara duydukları hayranlık aslında bir gün onlar gibi olma hayali. Üniversiteye gireyim mesleğim olsun demiyorlar. Ayda ne kadar maaş kazanacaklar ki… bir yılda bir ömürlük para kazanıyorlar. Oyunculuğun eğitimini bile almayı düşünmüyorlar… Kitap okuyayım, keşfedeyim demiyorlar.
Bilmemekten değil bilinmemekten mutsuzlar.
Benim uzun metraj film çekme hayalim var yıllardır, çevremden daha ortada senaryo yokken ve onların da oyunculukla hiçbir alakaları yokken dahi, beni de oynatsana dediklerini duyduğumda çıldırıyorum.
Herkesin oyuncu olmak istediği bir tımarhanedeyiz.
Bir başka örnek vereyim çünkü bu sadece oyunculuk için de geçerli değil; iletişim fakültesi v.b. okuyup idealist gazeteci, yazar olup da sürünsün mü? Dekolteli pozlar veren, ünlüden daha ünlü röportajcılar kıymetliyken…
Eğitimli, deneyimli oyuncular ise televizyondan kirleniyoruz, tiyatro sanattır hayattır diyerek beyanatlar verirlerken röportajlarında, bir yandan reklamlarda dizilerde olmaktan daha çok ve daha kolay kazanmaktan kendilerini alamıyorlar.
Televizyonlar; vatandaşa gelin hepinizi mükemmelleştireceğiz, 15 dakika şöhret yapacağız sonra da yüzünüze bakmayacağız, olmadı evlendireceğiz vaadinde.
Son zamanlarda çokça düşünmeye başladım; televizyon dediğimiz kitle iletişim aracı olmasaydı da bu kadar “fukaralık” olur muydu?