10 Eylül 2018

Siz "Yaşamayanlar": Bir zulüm senfonisi

"Blu TV, Aydın Doğan’ın Demirören’e satmadığı sanırım tek aracıydı çünkü torunu, kıymetlisi Aydın Doğan’ın hayalleriyle var ettiği yerdi"

“Sıcacık mis gibi yatağınızın keyfini sürün, siz yaşayanlar, Lethe’nin buz gibi soğuk dalgası açıktaki ayağınızı yalamadan önce.”  (Lethe, mitolojide suyunu içenlere geçmişlerini unutturan nehir)

Büyük hayranlıkla takip ettiğim sanatına aşık olduğum tam bir evren yaratma, kurma ustası İsveçli yönetmen Roy Andersson’un Yaşam Üçlemesi'nin ikinci filmi Siz, Yaşayanlar, Goethe’nin bu sözüyle başlıyor.  Aynı bu paragrafla başlayan bir yazı da filmden yola çıkarak ülke ve dünya ahvali üzerine yazmıştım.

Ülke, aynı ahvalde devam ediyor. Ve siz, siz olarak kalmak için inanılmaz mücadele ediyorsunuz, kendiniz olarak ayakta kalmak için... Ama öyle bir sektör ki; tepkisini dile getiren gerçek insanlar değil, biribirini şakşaklayan, pohpohlayan bir zincirleme çıkar tamlamasıyla devam ediyor, sanırım bundandır ki, ben Yaşamayanlar’ın özel gösterimine davet edilmedim. Bizim orada buna da mobbing denir. Yani sektörde;  senin yaşamayan olman için seninle uğraşanlar... Maddi- manevi çökersiniz ama her seferinde ayağa kalkarsınız. Ki sizin umurunda da değildir bu sahte ortamlar. Dijital platform değil mi, açarım izlerim dersiniz; film festivali mi protesto ederim sinema sevgimden ölsem de yine gitmem, aşkla beklediğim filmlerle er geç kavuşurum dersiniz.

***

Bakın bizde vampir konuları hiç işlenmedi, zombie filmimiz bile var diyerek yola çıkan ve yolda da bu tek fikri hiç geliştirememiş olan Yaşamayanlar, ne kadar star isim varsa toplayalım diyerek oluşturulmuş castıyla geçtiğimiz cuma Blu TV’de başladı.

Blu TV, Aydın Doğan’ın Demirören’e satmadığı sanırım tek aracıydı çünkü torunu, kıymetlisi Aydın Doğan’ın hayalleriyle var ettiği yerdi. Sanırım ki satışına kıyılamadı. Açıkçası Netfilix Türkiye’nin gelmesinden; Blu TV, Puhu TV gibi dijital platformlarımıza başından beri olumlu baktım, taaa ki onlar evrensel değil yerel düşünmeye başlayıp kaybetmeye başlayana kadar. Örneğin kendilerine özel yaptıkları ilk ve iyi projeleri Masum’u alıp bir süre sonra Kanal D’de yayınlayıp, olan değerini de tükettiler. Puhu TV de aynı mantıkla, başarılı projesi Fİ’yi alıp Show TV’sine verdi bir süre sonra. Ve sonra da diyorlar ki, bakın dijital proje televizyonda tutmadı. E tabii tutmaz, kusura bakmayın da bu halk da bu kadar aptal yerine konmaya gelmeyebiliyor.

Hem özgürüz diyerek sansürsüz bölümler çekiyorsunuz hem de bunları alıp televizyon için yontuyorsunuz. İşte bu yerel ticari açgözlülük, dijital platformların oluşmakta olan marka değerini de aşağıya çekiyor halbuki.

Yaşamayanlar ekibi belli ki derslerine çalışmış, Nosferatu’yu da biliyorlar, Osmanlı dönemindeki mitleri de... Vampirle ilgili ne var ne yoksa araştırmışlar, gerek sinema tarihi gerek tv gerek kitaplar, mitler... Ancak gelin görün ki; parlak fikirlerin senaryoya dönüşmesi genelde hüsranla sonuçlanıyor bu ülkede. Çünkü ne karakterlere ne hikayeye perspektif verme derdi yok. Ortada yaşayan sadece bir vampir cilası var, diziye atılmış, o kadar... insanlar Kerem Bürsin kadar yakışıklı Elçin Sangu kadar güzel olmalı başroller demiyordur belki de.

Star sistemi artık televizyonda dahi çökmüşken, dijital platformlarda da bu klişeye tutunulması ne büyük hata veYaşamayanlar, sadece özenti bir fikir olarak gecenin dehlizlerinde dolaşıyor, kayboluyor, yaşayamıyor.

Yani siz Yaşayanlar, bir boşluk bulduk buradan yürürüz mantığıyla Yaşamayanlar’ı yaşatamamışsınız gerçekten de. Buffy The Vampire Slayer, True Blood, Vampir Günlükleri, Supernatural gibi diziler bizim için bir hayal şu an anladık ki. Bizde bir vampir, zombie, cadı mitinin tutması bu şartlarda imkansız gözüküyor.

Nosferatu’nun girişinde şöyle der: A Symphony of Horror (Bir Dehşet Senfonisi)

Bizim Yaşamayanlar da olmuş: A Symphony of Persecution (Bir Zulüm Senfonisi)

P.S.: Ben Tv ekranında  Okan Bayülgen’in showlarında yer alan vampir skecini hatırlıyorum sadece.

Ama ilk vampir dizimiz de Yaşamayanlar değilmiş, 2002’de çekilen Şemsi İnkaya ve Ayşegül Aldinç’in oynadığı Efsane dizisinin de konusu şöyle:

1453'te İstanbul Türkler tarafından kuşatılırken ölüm korkusuyla Bizans dehlizlerine kaçan Pamir bir vampir tarafından ısırılıp ölümsüzlüğe kavuşur.Ama iyi bir vampirdir.Suçluları ve kötüleri ısırarak onları iyiye çeviren bir vampirdir.

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu