23 Nisan 2016

Haldun Dormen: Benim yorulma kabiliyetim yok, yaşlanmaya da vaktim yok

Usta oyuncunun baş rolünde yer aldığı Müfettiş, bu sezon Tiyatro Kedi'de seyirciyle buluşuyor

Gogol'ün 1834'te yazdığı, ülkemizde sıkça sahnelenen klasik eseri Müfettiş, bu sezon Tiyatro Kedi tarafından izleyici ile buluşuyor. Oyunda rolleri başta büyük usta Haldun Dormen olmak üzere, Anıl Yülek, Hakan Altıner, Selda Özbek, Savaş Bayındır, Emre Büyükpınar, Barış Kıralioğlu, Tayfun Yılmaz, Burcu Akyürek, Caner Tör, Efe Yeşilay paylaşıyorlar. Oyunun yönetmenliğini ise Cenk Tunalı üstleniyor.

Oyun öncesi, yaşayan efsane Haldun Dormen ve genç başarılı oyuncu Barış Kıralioğlu ile iki nesil bir arada kuliste kahkahalar eşliğinde sohbet ettik.

Müfettiş oyunu bir klasik, nasıl bir oyun bekliyor izleyiciyi, neler hissediyorsunuz?

Müfettiş çok tanınmış çok sevilen bir klasik. Gogol oyunu. Ben daha önce Dormen Tiyatrosu’nda Küçük Sahne’de sahneye koymuştum ama bu kadar iyi olmamıştı. Dobçinski rolünü oynamıştım, bu sefer ben kaymakamı oynuyorum. Kaymakam da bana Dobçinski’den daha çok yakıştı. Onun için çok mutluyum. Hem Moliere’de oynuyorum hem Gogol’de oynuyorum, iki büyük klasikte oynuyorum, bundan daha büyük bir mutluluk olamaz bir aktör için.

İki sinema filminiz vardı? Neden devamı gelmedi?

Ben sinemayı her zaman çok sevdim. Film şirketi kurdum, iki tane film çektim ödüller kazandım. Filmler ödüller kazandı ama para kazanmadı onun için şirketi kapatmak zorunda kaldım. Tiyatro zaten devam ediyordu, tiyatro sayesinde de sinemanın borçlarını ödedim. Dün gece komik bir şey oldu adlı oyunu oynuyorduk ve iyi kazanıyorduk, o müzikal filmin borçlarını ödedi.

Ondan sonra bir daha yönetmenlik yapmak istemedim. Şimdi de bir sinema filminin setinden geliyorum. Her şey mümkün diye bir film. Çok da güzel bir rolüm var, bir gangsteri oynuyorum. Enteresan bir gangster. Sinemada artık oyuncu olarak yer alırım bundan sonra. Sinemada yönetmenlik yapmak istemiyorum, yönetmenliği yalnız tiyatroda yapmak istiyorum. Sinemada ve televizyonda oyuncu olarak yer alırım.

Duyduğuma göre siz her oyun öncesinde sahne arkasında tek başınıza oturup bir dua ediyormuşsunuz, nasıl bir dua?

Evet her zaman yıllardır dua ederim. Belli sözlerim yok, hem kendim için hem herkes için oyun iyi, hayırlı geçsin, başarılı olalım diye ederim. Ben ayrıca Müslümanlığa çok inanmıyorum ama Tanrı’ya inanıyorum, benim de kendime göre bir Tanrı’m var yani.

Galiba çok iyi gidiyor. Her gören kitabı imzalatmaya çalışıyor, ki daha çıkalı çok kısa süre oldu. Uzun zamandır yazıyordum.  Fakat bir türlü bitiremedim çünkü çok çabuk yazarım ben.  1973’te çıkan ilk kitabımı iki ayda bitirmiştim. Öbürlerini de 1- 1,5 ayda bitirdim. Bu birkaç sene sürdü. Çünkü 2002’den bu yana olan hayatımı anlatıyordum. Bir de basacak mıyım basmayacak mıyım diye düşündüğümden aklıma geldikçe yazıyordum.  Teklif geldi basılması için ben de kabul ettim.

Tiyatrocu, oyuncu olmak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?

Çalışmak, çalışmak ve çalışmak… ve yorulmamak. Gençler çok çabuk yoruluyorlar. Ben onu anlamıyorum.  Benim yorulma kabiliyetim yok. Benim yaşlanmaya da vaktim yok, çalışmaktan. Gençlerin yorulma şansları yok, evet bugünkü Türkiye’de hepimizin elinden geldiğince işini iyi yapması lazım. Yani tiyatrocuysam tiyatrocu, politikacıysam politikacı, doktorsam doktor, en iyisini yapmalıyız. Eğer bazı şeylerin iyi gitmesini istiyorsak.

Bir dönem gazetecilik de yapmıştınız?...özel bir anınız var mı?

Aslında gazeteye yazı yazdım her Pazar, gazeteci değildim.  O sırada televizyon ve radyo yapıyordum. Gazetede de yazı yazıyordum . Gene bir fırsat bulsam gene yazarım…
 

“Ayşe Arman, çok cesur bir kadın. Bazen fazla cesur buluyorum ama öyle insanlar da lazım”
 

Peki gelininiz Ayşe Arman ünlü bir gazeteci onu nasıl buluyorsunuz?

Ayşe, çok cesur bir kadın. Bazen fazla cesur buluyorum ama öyle insanlar da lazım. İşini en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Bazı insanlar nefret ediyor çoğu insan da çok seviyor.

Hayat mottonuz ne? Uyandığınızda ne hissedersiniz?

Onu düşünecek vaktim yok ki. Mesela dün akşam oyunum vardı. Sabah erkenden kalktım film setine gittim. Şimdi setten geliyorum. Buraya oyuna, yetişecek miyim yetişmeyecek miyim diye düşündüm. Oyundan sonra akşam bavulumu toplayıp Almanya’ya gidiyorum. Orada da bir oyun koyuyorum sahneye. Bugün kaçta ne yapıyordum, diye bunu organize etmeye çalışıyorum her gün. Yorulma kabiliyetim yok, her zaman tiyatro var.

Televizyonda sizi uzun süre Dadı ile izledik, neden tekrar göremedik?

Ara vermedim. Teklif gelmedi. Yine iyi bir proje gelse televizyonda da olmak isterim. Şimdi habire sinema yapıyorum. Son 3 ayda oynadığım bu 4. sinema filmim. En son Yeşil Işık’ı yapmıştım Hülya Avşar’la. Ondan beri ilk defa üst üste film yaptım. Çok keyifli. Sinemanın yeri ayrı ama ben tiyatrocuyum.

Barış Kıralioğlu da genç kuşak başarılı oyunculardan sizinle oynuyor, nasıl bir tiyatrocu sizce?

Barış’ı çok sevdik. Ben bu ekibi çok sevdim zaten. Hiçbirini tanımıyordum yeni tanıştık. Çok iyi oldu çok da samimi oldu. Kanka olduk. Çok memnunum, yalnız çalışmıyoruz. Birçok şey de paylaşıyoruz, sohbetler ediyoruz uzun uzun turnelere giderken yolda.
 

Barış Kıralioğlu: Yaşayan bir efsaneyle birlikte aynı sahnede olmak çok keyifli
 

Bu sezon iki oyunda birden yer alıyorsunuz…

Evet, Tiyatro Kedi’de iki oyunda oynuyorum bu yıl. Kibarlık Budalası ve Müfettiş, ikisinde de uşak karakterlerini oynuyorum. Birinde Fransız diğerinde Rus bir uşak. Bu yıl bütün uşak rolleri bende diyebilirim. Müfettiş’te yanlışlıkla başka bir kişi müfettiş sanılıyor ve ben de o müfettişin sağ kolu, uşağı Osip’i oynuyorum… bütün oyun boyunca bu karışıklıktan faydalanmaya çalışan bir ikiliyi oynuyoruz. Çok eski zamanlarda yazılmış, Gogol’ün yazdığı bir Rus klasiği ama hala günümüzde geçerliliğini koruyan bir hikayesi var.

Haldun Dormen gibi bir ustayla çalışmak nasıl?

Haldun Abi’yle sahnede olmak çok güzel. Hep onun kitaplarını okuduk öğrenciyken. Onun sahneye koyduğu oyunları izledik. Hatta ben öğrenciliğimin son sınıfında onun bir oyununu yönetmek istemiştim ve evine gidip izin almıştım, kitabını da imzalatmıştım. O zamanlardan beri bir hayranlığım vardı şimdi sahnede birlikte olmak, oyuncu bir arkadaşım olması çok güzel. Çok samimi bir insan, hiçbir zaman bir hiyerarşi yok yani. Gerçekten o benim rol arkadaşım sahne üzerinde. Ve hiçbir şeye karışmaz. Ona danıştığımızda da fazla yönlendirmeden çok mütevazı şekilde cevaplar verir. O yüzden yaşayan bir efsaneyle birlikte aynı sahnede olmak çok keyifli.

Oyun yönetmenliği de yapıyorsunuz bir yandan?

Evet, bu yıl Tiyatro Kedi’de Kaplan Maplan isimli bir çocuk oyunu sahneye koydum. Müzikal bir çocuk oyunu. Sömestr tatili boyunca oynadı 15 gün, şimdi yine ara ara oynamaya devam ediyor. Önümüzdeki yıl için sahneye koymayı planladığım bir oyun da var, onun için de çalışmalara başladım.

Genç yaşta, daha 30 yaşındasınız bu zamana kadar epey oyun yönetmişsiniz, nasıl bir his?

Şimdiye kadar 15 oyun yönettim sanırım. Bunun 5’i daha amatöre yapılarda, 1o tanesini profesyoneldi. Hatta bir dönem kendi tiyatromu açma macerasına da girdim. 40 kişilik alternatif bir sahne açmıştım Beyoğlu’nda. İtalyan sanatçılarla beraber ortak projeler yaptık Commedia dell'Arte üzerine çalıştık ancak tabii ki tiyatro işletmenini türlü türlü zorlukları var, maddi imkansızlıklar da var bunun içinde. O yüzden kapatmak zorunda kaldım. Şimdi bağımsızım.

Peki, tiyatro izleyicisi var mı? İlgi nasıl?

İzleyici var. Eğer iyi bir oyun sahneye koyarsanız, o oyunu izlemeye insanlar geliyor. Çünkü fısıltı gazetesi dediğimiz şeye ben çok inanıyorum. Hemen duyulmaya başlıyor. Bir akşam 500 kişi gelmişse, o akşam o 500 kişi İstanbul’un farklı yerlerinde sizin oyununuzu anlatmaya başlıyor başkalarına da. En doğal izleyici de bu yollardan geliyor. Hemen internete girip araştırıyorlar, merak edip gelmek istiyorlar. Aslında en önemli şey, seyirciyi salona getirebilmek. Seyirci geldikten sonra ben yaptığım işlerden emin oluyorum güzel olduğuna, hep beğeniyorlar ama gelmeleri mesele.  Geldikten sonra gerisi kolaylaşıyor.
 

“Kızkaçıran’daki karakterimi çok sevdim”
 

Oyunculuğa nasıl başladınız?

Annem piyano öğretmeni, hep konservatuar sınavlarına girdim hiç kazanamadım, annem çok istedi. Ondan sonra ben İtalyan Lisesi’nde okurken tiyatroya merak salınca o dönem Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda eğitim alarak başladım. 2003’ten beri sahneye çıkıyorum ama piyano maceram çok uzun sürmedi. Bir oyunda olsa tekrar çalabilirim, sesim de iyidir, kullanabilirim.

Şu anda da vizyonda olan Kızkaçıran adlı bir komedi filminde oynadınız, nasıldı?

Kızkaçıran çok iyi bir macera oldu benim için. 21 gün boyunca Çeşme’de, ekip olarak hep beraber çok keyifli bir süreç yaşadık. Senaryoyu ilk okuduğumda çok heyecanlandım. Bazen oyunlar okunmaz, senaryolar çok ağırdır hantaldır ama bu o kadar komik bir senaryoydu ki ve karakteri de çok sevmiştim, hemen bir an önce çekimler başlasın istedim. Aydan Burhan ile abla kardeşi oynuyoruz. Halim ve Kudret isimli, hiç evlenmemişler, ceplerinde çeyrek altınlarıyla aynı renk kıyafetlerle, düğün düğün geziyorlar. Filmdeki önemli komedi unsurlarından biri oluyoruz. Bir yerden sonra dahil olup sonuna kadar kız kaçırma hikayesinin içindeyiz.

Bundan sonra idealleriniz neler?

Ben bugüne kadar hep komedi rollerinde oynadım. Özellikle televizyon ve sinemada da. Şimdi özellikle biraz tipimi değiştirdim, değişik bir sakal yaptım. Mafyatik bir karakter oynamak istiyorum. Bir de küçük bir köpeğim var onu barınaktan sahiplendim. Adı jön, satın alma sahiplen sosyal sorumluluk kampanyasının da yüzü olduk bir yandan da. Herkes onu tanıyor çok seviyor. Onunla beraber bu kampanyayı anlatan bir çocuk  müzikalinde oynamak istiyorum. Televizyonda da bir komedi dizisinde de oynamak çok isterim.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ali Kemal Çınar: Zayıf yönlerini görüp bunun üzerine gitmek, ancak güçlü gördüğün yönlerinin varlığından cesaret alarak yapılabilir

Ali Kemal Çınar ile son filminden Kürt sinemasında birey olma sorunsalına, Diyarbakır'dan Türkiye Sineması'nın geleceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik

Ulaş Tosun: Merhaba Canım'ın yarattığı etki, belki tasarlanmış estetiğin bir kere daha çöküşü olarak yorumlanabilir

Merhaba Canım benim için sansürün ve otosansürün tüm gücünü hissettiğim bir çalışma oldu