6 ay önce kanser miyim acaba diye gece-gündüz düşünüyordum sonra ameliyat oldum, temiz çıktı…
Ama hiç geçmeyen bir ameliyat sonrası süreçte boğazımda aylardır her gün bir tuğla ile uyanıyorum.
Sonra gün içinde hayatımıza yalancılar giriyor zalimler çıkıyor, yaşayıp anlıyoruz ne olduklarını…
Attila İlhan’ın dediği gibi “yeniden başlamaklarla geçiyor ömrümüz, iyimserliklerimizi duvarlara vuruyorlar."
Vurmaktan bıkmıyorlar, bıkmayacaklar… Biz de iyimserlikten bıkmıyoruz…
Tam da kendim için “Şunu artık çok net anladım benim bu göğün altında mutlu olmama izin yok ve bunun için hiçbir şey yapmıycam. Siz devam edin” dediğim anda…
Yeni bir terör haberi alıyoruz, masum insanlar ölüyor, çocuklar yetim, annelerin tvde ağlamalarına dayanamıyorum. Boğazım düğüm…
Bu tiroid hastalıkları boşuna olmuyor, hep düğüm…
Evimde kendi içimde hastalığım üstüne başka kişisel bir travmanın sonuna geldiğim bir zamanda kafamıza taktığımız ucuz insanların bıraktığı ucuz acıların, böyle büyük toplumsal acılarda ne kadar önemsiz olduğunu tekrar anlatıyor, hayat…
Sert hayat, hep…
Acının ölçütü olmaz ama benim canımı en çok yetim kalan çocuklar yakıyor.
Sonra bir yetimin babasının naaşı yanında bir bakışı üzerine linç edecek kadar zalim, vicdansız insan yığını görüyor bu gözler…
Bir bakış üzerine dev tartışmalar çıkaran bir çoğunluk gerçeği nicedir var bu ülkede.
Şaşmamalı ama…
“Ne bakıyossun arkadaşım?" ya da “Ne baktın hemşehrim” ile başlayabilen yakın hitaplar içeren acayip uzak, tehlikeli anlamsız büyük kavgalarla dolu her yanımız…
Hepimiz şahit olmuşuzdur…
Art arda şu tweetleri atıyorum:
Ulan o çocuk yetim kaldı. bundan sonra yetimlik babasızlık hayatı olacak kendini nasıl yalnız hissedecek, haberin yok, bakışını konuşuyorsun
o bakış birine atılmış bakış değil. nerdeyim noluyor hayat ne ölüm ne bakışı... O bakış artık hiç gitmeyecek o gözlerden.
O bakış birine atılmış bakış değil. nerdeyim noluyor hayat ne ölüm ne bakışı... O bakış artık hiç gitmeyecek o gözlerden...
***
Ben o bakışı biliyorum çok iyi… 9 yaşında babasını kanserden kaybetmiş biri olarak…
Küçük bir kız çocuğunun “anne babam niye onun içinde” deyişi dağlıyor…
Ama durun travmalardan rahatsız olanlar var, insanlar gerçeklik istemiyor. Özellikle travması olmayan kaçıyor, travmaların bir gün onu da yakalayacağını unutarak. Aeeey bu ne travma, pozitif yaşam varken, detoks varken sonna….
Biz de 7/24 bunları konuşarak büyümedik deee… travmalar karakterini şekillendiriyor kardişim…
İşte sonra 33 yaşında ulan ile başlayan cümlelerle konuşan bir insan haline geliyorum.
Hani Tony Gatlif’in Transilvanya’sında kadın diyor “mutlu insanlar gibi olmak istiyorum.”
Ben de tam mutlu insanlar gibi olucam derken, bi şey oluyor ve olmuyor.
Bu dünyada çaresizim. Siz?
***
John Berger, annesi babası hayatta olmasına rağmen yatılı okulda büyüdüğü için “Kendimi bildim bileli, bir tür yetim olduğumu hissetmişimdir.”diyor. Yetim hissetmek de doğru tespitlerle dolu…
Hoşbeş kitabındaki önerisine varım…
“İnsan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. Kendi işini kendi görüyor.
Dört beş yaşlarımdan itibaren kendi işini kendi gören birisi olarak karşılaştığım herkese benim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. Sanırım hala da öyle davranıyorum.
Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler.
Evet ayrı dururuz. Sanırım okurlara da aynı şekilde yaklaşıyorum ve onlarla aynı şekilde sohbet ediyorum.
Siz de yetimmişsiniz gibi.
Bilmem anlatabildim mi?”