Çünkü biz ölenin arkasından konuşmamayı düstur edinmiş bir yerden geliyoruz.
Çünkü bunu inancımız için değil, insan olabilme-kalabilme refleksiyle yaparız.
Çünkü yazı yazarken, haber yaparken gazeteciden önce insan olduğumuzu unutmayız.
Çünkü empati diye bir kavram vardır, kitlelerin sevdiği birinin hakkında konuşursak önce en yakınlarının en çok üzüleceğini düşünürüz.
Çünkü sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma, yaşatma fikriyle büyümüşüzdür.
Çünkü intihar eden bir sanatçının da ölümünün ardını düşünmek; kaybına üzülmemizdendir.
Çünkü ilk olarak intiharın günah olup olmadığını değil, o insanın neden bu dünyadan gitmek istediğini anlamaya çalışırız.
Çünkü zor bir hastalık geçirmiş birinin, hayattayken kendine yaptığı yanlış bir şey varsa sadece kendine yapmıştır deriz.
Çünkü biz bunu hastalığına bağlayıp konuşmaktansa , başkalarına değil kendine zulmetmesinden başka suçu olmamasına üzülürüz.
Çünkü sağlığında tek suçu (ki eğer suçsa) kendine zarar veren şeyler yapmış olmak ise,
bu gözümüzde sanatçının sanatından, değerinden hiçbir şey kaybettirmez.
Çünkü bir akıl sır erdiremediğimiz bir olayla karşılaşsak (ki artık her yanımız),
aklımıza Ece Temelkuran’ın şu sözü gelir: Siz ne ara böyle oldunuz?
Harun Kolçak, iyi ki bu dünyaya gelmişsin ve gitmekle kurtuldun sanki, çünkü biz kaldık…
Yooo yo ne Ingmar Bergman’ın
ne de Zeki Demirkubuz’un
“o” elli milyon kez paylaşılmış “o” meşhur sözlerini kullanmayacağım.
Antalya’nın ulusallığı terk edip uluslararasılığa kavuşma ütopyası
Bergman ve Demirkubuz ile sinema konusuna girmeliyim.
Ben kendimi önce naçizane, yazı yazan biri olmaktan önce sinema yapma hayaliyle yaşayan biri olarak görüyorum. Ama işte sorun orada onu da göremiyorum…
Sevdiğim ve iyi filmler yapan, yapacak hiç kimse için de göremiyorum. Çevremden kimse Kültür Bakanlığı desteği alamıyor. Almadan nasıl yapılabilirleri konuşuyoruz…
Velhasıl ülkenin en köklü film festivali olan kendine Cannes’ı örnek edinmiş Altın Portakal, pardon 54. Uluslararası Antalya Film Festivali’nden ulusal yarışmayı çıkarmak da neyin nesi?
Bizim sinemamızın, Dünya Sineması için en büyük sorunu; geleneklerimizden doğacak evrenseli tam yakalayamamış, yakalayamıyor olmak iken… (tam umutsuz olmamalı elbette geçmişte yakalamış istisna ustalarımız ve şu an yakalayan ustalar da var)
Geleneklerimizi yok edip mi evrensele ulaşacağız?