Soma faciasından sonra aklıma hemen çocuklar geldi...
Büyüklerin kirli dünyasından uzak, yarattıkları küçük oyunlarla mutlu olan masum çocuklar...
Betül ve Furkan ikizler, 8 yaşındalar mezar başında babalarına ağlıyorlar...
Babasının mezarında hıçkırarak ağlayan Rüveyda da 8 yaşında. Rüveyda "babam beni canım kızım güzel kızım" diye severdi diyor...
Yunus Emre 18 aylık, annesinin gözyaşlarını siliyor elindeki peçeteyle...
2 yaşındaki Hira Nur, babasını son yolculuğuna öpücüklerle yolluyor...
Ali 4 yaşında işitme engelli, babası Ali'ye işitme cihazı almak için fazla mesaiye kalmış...
Şennur 9 yaşında, kaybettiği babasına "Canım Babacığım" diye şiir yazmış okuyor. "Bana hep güzel yaz kızım derdi babam" diyor...
Biri kömür torbasına sarılıp "Babam gibi kokuyor " diyor, diğeri "Baba ne olur çık gel" diye bağırıyor.
Yürek dayanmıyor.
Şennur, Betül, Furkan, Rüveyda, Ali, Hira Nur... ve daha onlarca çocuk, onlar Soma'nın yetim kalan çocukları.
Ve onları en iyi de ben anlıyorum, belki bu yüzden daha çok canım yanıyor. Onları televizyonda ağlarken gördüğümde kalbim sökülüyor sanki.
Neden mi onları anlıyorum, aynı onlar gibi ağlamam geliyor aklıma...
Ben de babamı 9 yaşında kanserden kaybettim, belki "kader" denebilecek durumlardan biri bu ve aramızdaki fark onların babalarının ölümü "kader" değil!
Ve bu çok daha acı geliyor!..