24 Eylül 2012

Yol bulmak

Ortada bir veri hal ve bu veri hal içinde aktörler, aktörlerin kapasiteleri, yapabilecekleri, yapamayacakları, yapmaya razı...

Ortada bir veri hal  ve bu veri hal içinde aktörler, aktörlerin kapasiteleri, yapabilecekleri, yapamayacakları, yapmaya razı oldukları ve razı olamayacakları var.

Güncel siyaseti analiz ederken genellikle şu iki zihni hataya düşüyoruz: Birincisi, o günkü hamleye ve söyleme veya sorunun başlangıcındaki duruma kilitlenmiş olmak. Sorunun başlangıcından bugüne olan seyrini, süreci, o sürecin sorunun kendisi ve aktörlerin üzerindeki etkilerini çoğu zaman ıskalıyoruz. 

İkinci zihni hata da sürecin aktörlerin ve genel olarak da toplumun psikolojisi, duyguları, algı ve beklentileri üzerindeki etkileri dikkate almıyoruz. Üstelik bu etki tek taraflı da değil. Yalnızca süreç aktörleri ve toplumun duygularını değil, aktörlerin ve toplumun duyguları da sorun üzerinde etki ve değişim üretiyor.

Eğer sorunu çözmek istiyorsak -ki bu iradi bir kararlılık demektir-, bazen soluklanıp, o anki durumu ve geçmiş süreci gözden geçirmek gerekir. Biz bunun yerine çoğunlukla, bir önceki gün ve aşamadaki pozisyonumuzun önümüze koyduğu yeni hamleye kilitleniyoruz. O zaman da her yeni gün ve aşamada giderek kendi pozisyonumuza, duygusal bagajlarımıza esir hale geliyoruz.

Kürt meselesinde de böyle bir durum var. Herkes kendini bir pozisyona kilitledi. Belki de çözüm için yeniden yapılacak doğru başlangıç önce herkesin bir durup, düşünmesi. Elbette gerçekten çözüm istiyorsak.

 

Yol bulmak için sorular sormak gerekir

 

Düşünmek demek, sorular sormak anlamına gelir. Önce de kendimize sorular sormak: Bugünkü pozisyonum çözümü gerçekten sağlar mı? Sağlayacaksa, şimdiye kadar ne eksik, ne yanlış ki, hala sonuç alınamadı? Yoksa sorunun boyutları, dinamikleri mi sonuç almamı güçleştiriyor? Sorular böyle uzar, gider. Hep bir kavşağa gelinir: Çözüm için aynı tercih ve yöntemlerle devam edeyim mi, edebilir miyim? Yoksa değişiklik mi yapayım?

Bir de ikinci karar kavşağı çıkar önümüze: Şimdiye kadar başarılamayanlarda benim eksik ve hatalarım ne?  Karşıdakinin eksik ve hataları ne? Yani başarılamayanlarda benim payım ne, karşıdakilerin payı ne?

Bu soruların cevapları, yine sizin tuttuğunuz yolun doğru olduğu, zorlukların sorunun kendisinden ve karşı tarafın çıkardığı engellerden oluştuğu biçiminde olabilir elbette. Ama bu noktaya gelmişseniz, zaten kendi kafanızda sorunun çözümsüz olduğu noktasına da gelmişsiniz demektir. Yok, eğer hala içtenlikle çözüm istiyorsanız, o zaman soruları değiştirmek, kendinize daha sert sorular sormak, kendi pozisyonunuzu gerçekten sorgulamak zorundasınız demektir.

Gündelik ve bireysel hayatımızda da bazı sorunlar için süreç aynen böyle işler. Bir ilişkiyi bitirirken de ister sevgi, ister dostluk ister iş ilişkisi olsun,böylesi sorulardan yola çıkarız. Ama konuştuğumuz mesele Kürt meselesi gibi hepimizin hayatını ilgilendiren bir mesele ise bir karara varmak bu denli kolay değildir.

Çünkü boşanmak veya boşanmamak bireysel bir karardır. Tüm bir ülkeyi ilgilendiren meselelerde ve kararlarda aslında varmanız gereken sonuç bellidir: Barışarak, uzlaşarak çözmek.

 

Yol siyasi zeminde bulunur

 

İşte bu da siyaset üretmek demektir. Siyaset kendi doğrularımız, taleplerimiz, umutlarımız kadar karşıdakilerin de doğrularını, taleplerini, umutlarını dikkate almak, anlamaya çalışmak, cevap üretmektir.

Bir kuyumcu titizliği, hüneri ve becerisiyle ortak kararlara ulaşmak demektir.  Bazılarınıza çok romantik gelebilir bu yazdıklarım. Belki de hayalcilik.

Hayal ve gerçeğin bir arada olmasıdır aslolan. Eğer bugün temel sorunun her tarafı saran şiddet ve ölümler olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çözümsüzlüğü yaratan şiddet ve ölümlerden kendisinden daha çok, bu havanın yarattığı umutsuzluktur. Bu umutsuzluğun gündelik siyasi adımlarımızın üzerindeki rehnidir.

Siyasetin, sivil toplumun, medyanın ve aydınların yapabilecekleri ilk şey, hiç olmazsa bir gün, tek bir gün bile olsa, yeniden düşünmektir. Ben ne istiyorum? Bu istediklerim gerçekleşebilir mi? Onlar gerçekleşirse yarın sabah bu ülkede nasıl bir hayata uyanırım? O hayat benim istediğim hayat mıdır? O hayat diğerleri için nasıl bir hayat olacaktır? O hayat sürdürülebilir bir hayat mıdır?

Belki de bu gri iklimden çıkışın anahtarı içtenlikle kendimizevereceğimiz cevaplardadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"