11 Aralık 2023

Yerel seçimde muhalefetin şansı ne kadar, nasıl pozisyon alacak?

Muhalefetteki partilerin yerel seçime kadar kayda değer bir değişim üretmelerini beklemek gerçekçi değil. Yine de yerel seçimlerdeki pozisyon ve söylemlerinin geleceğe dair önemli bir ipucu vereceğini öngörebiliriz. Liderlerin, adayların ittifakları üzerinden değil meseleler üzerinden yürütülecek çabalar partilerin geleceğini şekillendirecek. Ya da yerel seçimler “ittifak olmalı mıydı olmamalı mıydı” tartışmalarına feda edilecek

İYİ Parti, genel başkanı ve lideri değişen CHP’nin yerel seçim ittifakı teklifine hayır dedi. Doğal olarak bu karar etrafında epeyce tartışma olacak. Karar süreci ve kamuoyuna yansıyan iç dedikodulara göre İYİ Parti yönetiminde de bu pozisyon etrafında tartışma ve ayrışma olduğu anlaşılıyor.

Haklı ya da haksız birçok argüman öne sürülse de bu kararın ardında İYİ Parti yönetiminin 14 Mayıs seçimleri sürecinde yaşananlara duygusal tepkisinin hatta öfkesinin hala sürdüğünü de görüyoruz.

CHP’nin teklifinin, İYİ Parti’nin reddinin yanı sıra HEDEP ve TİP açıklamaları da dahil bu kararların olumlu ve olumsuz sonuçları olacak. Ben bu hafta partilerin seçmen tabanları üzerinden ve genel olarak seçmenin psikolojisi, beklentileri, kaygıları üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Ekonomik krizden depreme ve iktidarın deprem sürecindeki yanlılığına, hayat pahalılığından yönetimde partizanlık, keyfilik ve yaygınlaşan hukuksuzluğa karşın 14 Mayıs seçimlerini bir kez daha iktidar blokunun kazanması, iktidarın başarısı değil muhalefetin başarısızlığıydı. Sonucu belirleyen iktidarın yaptıklarından çok muhalefetin yapamadıkları oldu. Sonuçta iktidara oy veren seçmenin bile çok önemli bir kısmı hayatın daha iyi olacağı inancıyla değil muhalefet kazanırsa daha da kötü olacağı kanaatiyle oy verdi. Muhalefet tüm liderleri, partileri ve ittifaklarıyla beraber değişimin kaos ve karmaşa olmadan başarılacağına seçmeni inandıramadı.

Fakat muhalefetteki ittifaklar iç gerilimlerini dışarı yansıtmaktaki ısrarlarının seçmende güven inşa edememenin kök nedeni olduğunu anlamadı. Kılıçdaroğlu ve CHP adaylık tartışmasının dışına çıkıp süreci yönetemedi. Muhalefet herhangi bir stratejisi olmayan bir kampanyayı yeterli gördü. Kılıçdaroğlu popülist söylemle popülizmi, otoriter bir liderlikle otoriterliği yenebileceğini sandı.

Muhalefet “Kılıçdaroğlu aday olmalı mı olmamalı mı” sorusuna cevap aramaktan kurtulamadı, enerji yeniyi anlatmaya yönelemedi. Korkarım ki yerel seçimlerde de “ittifak olmalı mıydı olmamalı mıydı” tartışmalarıyla meydan yine iktidara bırakılacak.

Sonunda 14 Mayıs’a giden süreçte bir dizi hayati hata sonucu muhalefet kazanma potansiyeli ilk kez bu denli yüksek olan bir seçimi kendi maharetiyle kaybetti.

Muhalefetin strateji yoksunu ve kaba popülizme sarılan kampanyasına karşı Erdoğan sağlam bir ittifak stratejisi kurdu, devlet aygıtının tüm gücünü kullandı, seçimi kazandı.

Seçmenden bakınca ise hikaye biraz farklı katmanda seyretti. 2010’dan beri derinleşen kutuplaşma 2017 Anayasa referandumundan sonra kronikleşti. Toplum Erdoğan yanlıları ve karşıtları şeklinde yüzde 52-48 ikiye bölündü. Muhalefet, seçmenin zihninde ve duygularında bu kutuplaşmanın ürettiği ambargoları kıracak ne aday ne program ne söylem geliştirdi. Seçim “birarada yaşamı”, “demokrasiyi”, “devleti kurum ve kurallarıyla yeniden inşa etmek” iddiası üzerinden değil “Erdoğan’ı yenmek” üzerinden yürüdü.

Seçimin kaybedilmesinin muhalif seçmen üzerinde yarattığı hayal kırıklığı ve öfke, seçimin ardından muhalif aktörlerin tutum, tavır ve söylemleriyle daha da derinleşti. Bugün yalnızca muhalif seçmende değil tüm seçmenin üçte ikisinin psikolojisinde ve zihninde yaşanan siyasetsizleşme.

Seçimden sonra hemen her parti ve ittifak soğukkanlı bir değerlendirme, özeleştiri yerine kendi iç gerilimlerine teslim oldu. Öncelikle unutulan seçim rallisinin bitmediği, önlerinde son bir yerel seçim etabı olduğu.

14 Mayıs ardından başta İYİ Parti olmak üzere tüm partilerin birbirine öfkesi iktidarın arzuladığı “siyasetsizleşmeyi” çoğalttı. Bu sürecin içinden bakılınca İYİ Parti’nin son kararının ülke açısından yarar mı zarar mı getireceğini göreceğiz. Kendileri açısından ise riskli ve o nedenle de cesur bir karar olduğu açık.

Kararın risk ya da fırsat tarafı İYİ Parti’nin potansiyel toplumsal tabanının bu karara ne tepki vereceğine bağlı. Genç bir parti olarak İYİ Parti’nin seçmen tabanında partiye sadakatin henüz çok güçlü olmadığını biliyoruz. O nedenle daha çok potansiyel seçmeni bakımından değerlendirme yapabilmek mümkün.

İYİ Parti’nin potansiyeli

İYİ Parti’nin potansiyel toplumsal tabanı kim? Zaman zaman İYİ Parti’nin toplumsal tabanı olmadığı, MHP ve milliyetçi kadroların bölünmesinden vücut bulduğu değerlendirmeleri öne çıkıyor olsa da bu cevap bunca kutuplaşmanın, bunca yeni parti girişiminin olduğu bir toplumda kurulur kurulmaz yüzde 10 civarında bir oy potansiyeline nasıl ulaşıldığını açıklamıyor. Çünkü İYİ Parti’nin temsil ettiği ya da kendisine temsilci arayan bir toplumsal taban var. Fırsatı da esas itibarıyla bu potansiyel sosyolojik tabanın varlığı.

Seçmen davranışları üzerine literatürde yüzlerce model ve açıklama var. Türkiye’de eğitim seviyesinin, etnik ve inanç kimliğinin, dindarlık seviyesinin ve hayat tarzının sınıfsal pozisyon ve ideoloji kadar ve çoğu zaman onlardan da daha güçlü ve önemli bir belirleyici olduğunu biliyoruz. Öte yandan tüm bu ayrışmaları da aşarak siyasi pozisyonlanmada önceleri “Ak Parti yandaşlığı ve karşıtlığı”, son 6 yıldır da “Erdoğan yandaşlığı ve karşıtlığına” dönüşmüş siyasi kutuplaşmanın etkin olduğunu da biliyoruz. Dolayısıyla her bir partinin seçmen tabanını açıklamak için bir yandan eğitim seviyesi, etnik kimlik, dindarlık seviyesi ve hayat tarzlarına diğer yandan siyasi kutuplaşmadaki pozisyonlarına beraberce bakmak daha açıklayıcı ipuçları veriyor.

13 yıldır tabanlar aynı

İYİ Parti potansiyel seçmeni CHP’den sonra eğitim seviyesi en yüksek ikinci seçmen kümesi. Yine CHP’den sonra çocukluğu yani iyiyi, doğruyu, güzeli öğrendiği dönemi şehirler ve metropollerde geçmiş olan en yüksek ikinci seçmen kümesi. Hayat tarzını yüzde 40 modern, yüzde 48 geleneksel muhafazakar ve yalnızca yüzde 12 dindar muhafazakar olarak tanımlıyor. İYİ Parti Türklerin ve Sünni Müslümanların partisi ama toplumda yüzde 64 oranındaki insan kendini dindar ve sofu olarak tanımlarken İYİ Partililerin yüzde 50’si kendini dindar ve sofu olarak görüyor. Daha da önemli ayrıntı İYİ Parti seçmeni kendini “milliyetçi” ve “Atatürkçü” olarak tanımlıyor. CHP’ye mesafeli ama Atatürkçü kimliğiyle de Erdoğan ve Ak Parti karşıtı duyguları güçlü. Sınıfsal tabanı olarak şunu not etmek mümkün; en az CHP’liler kadar gelir seviyesi bakımından ortalama üstü kesimlere yaslanıyor. 

KONDA’nın gerçekleştirdiği 2010-23 yılları arasındaki 144 araştırmanın veri havuzundan hazırlanan toplumsal doku haritasını aşağıda görüyorsunuz. Toplum dikey eksende sosyoekonomik gelişmişlik seviyesine, eğitim, gelir seviyesi gibi değişkenlere ve dindarlık seviyesine göre yukarıdan aşağıya sıralanıyor. Yatay eksen ise etnik kimlik.

Bu toplumsal doku haritasının üzerinde 13 yıllık 144 araştırmadaki siyasi tercihlere göre partilerin seçmenlerinin konumlanışını da diğer grafikte görüyorsunuz. Dikkati çeken nokta partilerin belirli bir konumda neredeyse sabitlenmiş oldukları. Yani oy tabanları bu 13 yılda neredeyse hiç değişmemiş. Bir bakıma kapsama alanları hiç genişlememiş.

Öte yandan İYİ Parti seçmeninin sosyoekonomik gelişmişlik bakımından ülke ortalamasından biraz yukarıda ama CHP seçmeninden geride olduğu grafikte de görülüyor. Deva, Gelecek, Zafer ve Memleket partilerinin içinde olduğu diğer partiler kümesinin de Ak Parti ve MHP seçmen kümesine doğru değil seçim yaklaştıkça CHP ve İYİ Parti seçmen kümesine doğru hareket ettikleri açık biçimde görülüyor. Bu partiler sonuçta seçimde iktidar blokundan değil yine geleneksel muhalefet blokundan oy alabildiler. İktidar seçmeninden oy almayı başaramadıkları için seçimin sonucunu etkileyecek bir güç gösteremediler.

Bu analiz ve siyasi kutuplaşma ekseninden bakınca İYİ Parti’nin potansiyel seçmeni Erdoğan karşıtı, seküler dünyaya daha yakın, muhafazakarlık referansları geleneksel değerlere yaslanan, kendini milliyetçi ve Atatürkçü olarak tanımlayan, sol fikriyata mesafeli.

İYİ Parti başlangıcında bir yandan örgütsel kapasitesini ülkücü, milliyetçi kadrolardan beslenerek geliştirdi, diğer yandan şehirli, metropollü, eğitimli kadrolarla vitrinini düzenledi. Bu ikili yapı sorunlar da üretti. 14 Mayıs seçimlerinin ardından vitrindeki kadrolarından da eksilmeler yaşadı.

Aynı zamanda İYİ Parti’nin iç tartışmalarından da biliyoruz ki partinin kimlik sorunu var. Ve ittifak içinde durmaya devam ederek kimliğini bulamamak ya da geliştirememek derdi var. Soru kimliğini ararken, güçlendirirken hangi seçmen kümesine yaslanacağı… 

Nasıl pozisyon alacak?

Ülke göç ederek kentleşmeye devam ediyor. Göçün karakterindeki değişiklikle artık doğrudan büyük şehirlere gelinemiyor ama köyler ilçe merkezlerine, ilçeler kendi kent merkezlerine akmaya devam ediyor. Yalnızca şehirler değil kasabalar, ilçeler değişiyor. Gündelik pratikler değişiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden çevre ve iklim değişikliği meselelerine birçok konuda henüz büyük gayret ve değişim gözlenmiyor gibi olsa da farkındalık yükseliyor. Öte yandan şehirlerde, metropollerde yükseliyor sanılan milliyetçilik aslında lümpenleşiyor, şovenleşiyor. Gidişata itiraz bir iddiaya dönüşemediği için lümpen, yıkıcı, yalnızca neye karşı olduğu konusunda öfkeli bir ruh halini besleyen kalabalıklar çoğalıyor.

İYİ Parti’nin meselesi nelere karşı olduğunu göstermek değil, neden yana olduğunu anlatmak. Bugün ülkenin meselelerine iktidarın çizdiği zihni sınırlar içinde kalarak, örneğin demokratikleşme, Kürt meselesi, toplumsal cinsiyet eşitliği, güvenlik ve terör, sığınmacılar gibi konularda güvenlikçi bir pozisyonu mu güçlendirecek yoksa farklı bir pozisyon mu üretecek? Örneğin iktidarın Medeni Kanun’da yapmaya hazırlandığı kadın haklarını daha da geriye götürecek değişikliklere, merkeziyetçiliği güçlendirecek Anayasa değişikliği talebinde nasıl pozisyon alacak? Bu yazı dahil, bu türden tartışmaları katkı olarak mı görecek yoksa iktidar gibi “herkes sussun, uslu olsun” mu isteyecek?

İYİ Parti de dahil muhalefetteki partilerin yerel seçime kadar radikal, kayda değer değişim üretmelerini beklemenin de gerçekçi olmadığının farkındayım. Yine de CHP, İYİ Parti ve diğerlerinin yerel seçimlerdeki pozisyonlarının ve söylemlerinin geleceğe dair önemli bir ipucu vereceğini öngörebiliriz.

Önümüzdeki dört ayda yapılacaklar, söylemlerin içeriği partilerin gelecekleri açısından alacakları oy kadar önemli olacak. Sanırım liderlerin, adayların, aktörlerin ittifakları ya da gerilimleri üzerinden değil meseleler üzerinden yürütülecek çabalar, arayışlar, değişimler partilerin geleceğinde daha önemli etkenler olacak. Ya da yerel seçimler yerel demokrasi, yerel kalkınma yerine “ittifak olmalı mıydı olmamalı mıydı” tartışmalarına feda edilecek.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı. 

Yazarın Diğer Yazıları

CHP’nin önündeki seçenek: Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?

Sadece siyaset tarzının ve sözcülerinin değil çok şeyin yeniden düşünülmesi ve değişmesi şart. Strateji olmadan taktik hamlelerle gelen bugünkü kazanım kalıcı olmayabilir. CHP’nin bu kararı verebilmesi için yalnızca yeni bir lider ve yeni bir ruh aramaya değil dünyayı, dünyanın gidişatını, olanı ve olması gerekeni, o dünyanın Türkiyesi için hayalini ve iddiasını düşünmesi gerek

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu