30 Nisan 2009

Yeni Anayasaya ihtiyacımız var

Hem devlet ile vatandaş arasındaki hem de toplumun iç mutabakatı bozulmuş durumda.

Hem devlet ile vatandaş arasındaki hem de toplumun iç mutabakatı bozulmuş durumda.
Mecburi vatandaşlığı gönüllü vatandaşlığa çevirebilecek reformları yapamadığımız, devlet aygıtını Sünni Türklere göre kurgulayıp Alevileri ve Kürtleri devletin dışında bırakan bir yapı oluştuğu için bu böyle. Ayrıca geleneksel hale gelmiş bu sorunların yanı sıra son yıllardaki laiklik tartışmaları, laikliği aşındırma çabaları gibi din-devlet ilişkileri bozulduğu için de böyle. Ama asıl önemlisi vatandaşların hayat tarzları ve kültürel kimlikleri üzerinden gelişen gerilim ve kutuplaşma da bu mutabakatsızlığı derinleştiriyor.
Kaldı ki, 12 Eylül cuntasının ve zihniyetinin yaptığı bu anayasa ile teknik olarak bile ülkeyi yönetmek imkânsız. Siyaseti kısıtlayan ve katı kurallara bağlayan, sistemin güç dengelerini doğru oluşturmayan, tümüyle merkeziyetçi yönetim mantığına göre kurgulamış, sistemin sürdürülebilirliği için gerekli şeffaflığın, denetlenebilirliğin, düzeltilebilirliğin hiçbir mekanizması düşünülmemiş bu anayasa günümüzün Türkiye’sine artık dar geliyor.
Gördüğüm kadarıyla genel kamuoyundaki mutabakat da bu yönde. Galiba tartışmaların gelip dayandığı yer, Anayasanın nasıl bir sürecin ürünü olacağı yönünde. Doğal olarak “hiç değiştirmemeliyiz” diyenler de var, ama asıl sorun ”AKP’nin anayasa değişiklik talebinin tek temsilcisiymiş gibi” davranmasında ve AKP karşısındaki siyasal ve toplumsal muhalefetin AKP’nin niyetleri hakkındaki güvensizliğinde yatıyor.
Toplumsal uzlaşım belgesi
Yeni Anayasa, 12 Eylül Anayasasından farklı olarak “bir toplumsal uzlaşım belgesi” olmalıdır. Bu nedenle, bütün toplum kesimlerinin üzerinde anlaştıkları yeni bir anayasa yapılmalıdır.
Yeni Anayasa, aynı zamanda devlet ile gönüllü vatandaşlığın ilişkilerini düzenleyen, mecburi vatandaşlığı gönüllü vatandaşlığa çevirecek kurallar dizini olmalıdır. Bunun yolu devleti tüm unsurlarıyla yeniden yapılandırmaktan, hantal ve ceberut devletten etkin devlete ve örgütlü sivil topluma dayalı düzene geçişin kurallarından, ilkelerinden ve düzenlemelerinden geçmektedir.
Bunlar kulağa hoş gelse de asıl kritik nokta sürecin kendisindedir. Yeni Anayasayı yapma süreci her şeyin belirleyicisi olacaktır. Tüm bu hedefleri sağlayan bir Anayasa, bir partinin oy çoğunluğunun, bir akil adamlar heyetinin ya da yeryüzünün en iyi hukukçularının yapması ile değil toplumsal uzlaşıma giden sürecin doğru tanımlanması ve doğru yönetilmesiyle değer ve anlam kazanacaktır.
Bu nedenle TBMM’de grubu bulunan dört parti öncelikle yeni bir Anayasa ihtiyacında, bunun “toplumsal uzlaşım belgesi” olması gerektiğinde ilkesel olarak anlaşmalı ve ilan etmelidirler.
Siyasi hayatın doğallaştırılması
İkinci olarak siyasi hayatın doğallaştırılması ve tartışma sürecine toplumdaki her kesimin eşit ve özgürce katılımı sağlanarak ön düzenlemelerin yapılması gerekmektedir. Toplumun bütün kesimlerinin görüş, düşünce ve isteklerini baskı altında kalmadan açıklayabilecekleri özgür bir tartışma ortamı yaratılması için Siyasî Partiler Kanunu, Dernekler Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gibi kanunlar değiştirilmeli, demokratik bir ortam sağlanmalıdır. Seçim Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılarak baraj sistemi kaldırılmalı ve temsil adaleti sağlanmalıdır.
Bütün siyasal eğilimlerin eşit ve özgürce katılacakları 2011 genel seçimlerinden sonra oluşacak TBMM, yeni anayasanın “toplumsal uzlaşım belgesi” olmasını sağlayabilecektir.
Bu süreç sonucunda oluşacak meclisin, yeni bir anayasa yapacağı konusunda toplum önceden bilgilendirilmelidir. Yani tüm partiler ve sivil toplum örgütleri 2011 seçimlerine kadar olan sürede kendi önerilerini açıklamalı, toplumla tartışmalı ve partiler kendi Anayasa önerileri seçmenlerce bilinerek oylanmalıdırlar.
Seçimler sonucunda oluşacak meclisin yapacağı yeni anayasa, onay için halkoyuna sunulmalıdır.
Bu süreç, şimdiye kadar siyaset dünyamızın bildiklerinden ve yaptıklarından elbette farklıdır. Ama siyaset dünyamız ve siyasi aktörlerimiz eskiden beri bildikleri ve yapa geldikleri yöntemlerle artık tıkandıklarını ve ülkeyi yönetemez hale geldiklerini kabul etmelidirler.Belki de her şeyin başlangıcı bu kabul olacaktır!

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"