03 Kasım 2011

Yeni anayasa isterken içten misiniz?

Türkiye ilk kez Avrupa Birliği gereklilikleri gibi bir dış baskı ve darbe gibi...


Türkiye ilk kez Avrupa Birliği gereklilikleri gibi bir dış baskı ve darbe gibi olağanüstü koşullarda askeri vesayetin dayatmaları olmadan kendi iç dinamikleriyle bir anayasa yapmayı tartışıyor. Bu bile yeni anayasa sürecinin ne denli önemli ve kritik olduğunun göstergesi. İkinci gösterge ise tüm partiler bu meclisin anayasa yapacağında uzlaşmış ve ilk adım olarak da uzlaşma komisyonu oluşturmuş durumdalar.
Hele TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in uzlaşma komisyonu adına yaptığı açıklamalar, ilan edilen anayasa için partilerden, sivil toplum kuruluşlarından ve vatandaşlardan talepleri göndermek için ilan edilen altı aylık süre gibi gelişmeler son derece umut verici gelişmeler.
Ama öte yandan da olup biten bazı şeyler var ki, yeni anayasa sürecinin mayınlarını bizatihi siyaset kendisi döşeyip, kendisi patlatıyor.  Bazı gelişmelere ve siyasi aktörlerin tutum ve davranışlarına bakılınca da insan sormadan edemiyor: Yeni anayasa isterken içten misiniz?

Ak Parti yeni anayasada toplumsal uzlaşmayı gerekli görmüyor sanki
Ak Parti, seçimlerden önce de yazdığım gibi kuruluşundaki vizyon ve hedeflerine ulaştı ve şimdi bir vizyon yenilemeye ihtiyacı var. Fakat seçim beyannamesine, hükümet programına, sürdürülen siyaset tarzına bakılırsa da bu vizyon yenilemeyi başaramamış ve hatta ihtiyaç da hissetmiyor görünüyor.
Ak Parti’nin anayasa taslağını değil ama hala yeni anayasaya dair vizyonu belli değil. Bu konuda parti adına kamuoyuna doyurucu hiçbir açıklama yapılmış da değil. Siyasetin, en azından anayasa yapım sürecinde talep ve tartışmaların önündeki engelleri kaldırmak konusunda bir çabası ve niyeti de yok. Aksine hem parti sözcülerinin hem de destekçisi yorumcuların her türlü eleştiriyi saldırganca karşılamaları, cevaplamaları hala hakim tutum.
Örneğin Kürt meselesi, PKK ve KCK tartışmalarına bakın. Bir yandan her türlü eleştiri sahibi ve hatta Başbakan’ın ağzından BDP adaylarına oy veren 2,5 milyon seçmen bile terör destekçisi olarak itham ediliyor.  Öte yandan da sürdürülen KCK soruşturmasının geldiği boyut itibariyle Kürt meselesine demokratikleşme perspektifinden bakan ve katkı vermeye çalışanlar bile korkutularak Kürt siyasetçileri yalnız bırakılmaya çalışılıyor.
Kürt meselesi Ak Parti ve devlet tarafından bir kez daha teröre ve şiddete rehin edilmiş durumda. PKK ile mücadele için yapılanlar ile Kürt meselesine dair yapılması gerekenler niçin bir birinin ön şartı haline getiriliyor anlamak mümkün değil.
Tüm yapılanlardan sonra şunu söylemek mümkün, yeni anayasa sürecinde Ak Parti, BDP ile uzlaşma aramıyor ve hatta BDP’nin sürece katılımını da önemsemiyor veya gerekli görmüyor.

Kürtlerin kendini ait hissetmediği anayasa meselemizi çözer mi?
Ama o zaman da Ak Parti’nin yeni anayasanın yalnızca devleti bir miktar tanzimi ve insan haklarında görece iyileştirmelerle sınırlı olarak anladığı, toplumsal uzlaşmayı da ve bu uzlaşmaya Kürtlerin katılımını da önemsemiyor sonucu çıkıyor.
Üstelik KCK gibi bir demoklesin kılıcı haline gelmiş, bu hali ve yorumu ve kapsamıyla soruşturmanın sürdüğü ortamda Kürt meselesine dair anayasa talepleri nasıl dillendirilebilir?
Böylesi bir anayasa yapacaksak, örneğin yine 12 Eylül referandumunda olduğu gibi BDP’nin boykot edeceği, yüzde 5-6 bile olsa Kürtlerin bir kısmının kendini ait hissetmeyeceği,  yüzde 40-45 hayır oyu çıkan bir anayasa ortaya çıkarsa yeni anayasa yapmış olur muyuz? Bu anayasa şu anda var olan yapısal sorunlarımızın ne kadarını çözebilir? Bir düşünün bakalım…

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"