05 Nisan 2014

Verili durum: Türkçülük, Kürtçülük, İslamcılık ve laikçilik

Adı yerel, kendi genel seçim sonrası oluşan tabloyu geleneksel “seçmen ne mesaj verdi” diye okumak değil önemli olan. Ne hâlâ süren sayım meseleleri, ne de hâlâ değişebilir gibi görünen bazı sonuçlar, bir belediye başkanlığının o partide değil öbür partide olması, hesap yöntemine bağlı olarak esas alacağınız yüzdenin kaç olacağı seçim sonuçlarının temel karakterini değiştirecektir. Tablo bir verili durumu gösteriyor ve bu verili durum yalnızca siyasal sonuçları üzerinden değil, daha geniş perspektiften okunmalıdır.

Adı yerel, kendi genel seçim sonrası oluşan tabloyu geleneksel “seçmen ne mesaj verdi” diye okumak değil önemli olan. Ne hâlâ süren sayım meseleleri, ne de hâlâ değişebilir gibi görünen bazı sonuçlar, bir belediye başkanlığının o partide değil öbür partide olması, hesap yöntemine bağlı olarak esas alacağınız yüzdenin kaç olacağı seçim sonuçlarının temel karakterini değiştirecektir. Tablo bir verili durumu gösteriyor ve bu verili durum yalnızca siyasal sonuçları üzerinden değil, daha geniş perspektiften okunmalıdır.

Bugün vardığımız noktada devlet, yönetim ve hukuk sisteminin sonuna geldiğimiz açıktır. Yalnızca son üç ayda yaşananlar bile geldiğimiz yıkım noktasını gösteriyor. Dünyanın önce 2. Dünya Savaşı sonrası ürettiği reformları ıskalayan, şimdi yeniçağ değişiminin getirdiği sonuçları hâlâ tartışmaktan bile uzak bu devlet ve yönetim sistemi ve bunların dayandığı başta anayasa olmak üzere hukuk sistemi hiçbir toplumsal ve siyasal soruna çözüm üretebilmiş değil.

Toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm üretemeyen bu yapı, merkeziyetçi, tek tipleştirici, hayatın ve vatandaşın her alanını ve anını denetleme esaslı. Böylesine bir yapı her alanda ve her türden keyfiyet, yolsuzluk, çete, vesayet, yozlaşma üretir. Üretiyor da zaten!

Gerek küresel, gerek toplumsal dinamikler nedeniyle artık bu yapı sürdürülemez. O zaman sorun kaçınılmaz hâle gelmiş reformları “hangi siyaset marifetiyle”, “hangi ilkeleri kendimize esas alarak” ve “nereye kadar yapacağımız” meselesidir.

Fakat bugünkü verili durum, siyasetin ve giderek toplumun “biz” duygusunun parçalanmış ve kutuplaşmış olmasıdır. Zaman zaman bugünkü kutuplaşmanın her zaman var olduğu söylenmektedir. Fakat bu yaklaşım bugünkü hâlin dünkünden farkının göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Evet, bu toplumda her zaman “iyi/doğru/güzel”  tanımları ve bu tanımların referansları farklı olan toplumsal ve kültürel kümeler vardı. Üstelik bu farklı kümelerin hiçbirisi yok varsayılabilecek küçüklükte değil, her birisi oldukça dikkate değer büyüklüklerdedir.

Devlet zaman zaman küresel konjonktüre de bağlı olarak bu kümelerin bazılarını düşman ilan etmiştir. Ama aynı zamanda hemen her kümenin bugünkü kimliğinin oluşumunda bizatihi devletin payı ve izlerinin olduğunu da görmemiz gerekir. Şimdiye dek bu farklı kümelerin her birisi kendi siyasetleri, kendi mağduriyetleri ya da hak talepleri için devletle mücadele etmişlerdir. Bu topraklarda hiçbir zaman bu farklılıklar gündelik hayatın içinde birbiriyle kavga üretmemiştir.

Şimdi farklı olan durum tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bunca yıldır çözülemeyen sorunlar neticesinde her bir mesele giderek katman çoğaltmıştır. Artık her bir toplumsal ve kültürel küme devletle özgürlük, eşitlik ve adalet kavgası verirken, bir yandan da giderek kendi taleplerinin önünde diğer kümeleri engel görmeye başlamıştır. Artık gerilim yalnızca devletle kümeler arasında değil, kümelerin kendi aralarında da gelişmektedir. İster Türk-Kürt, ister Sünni-Alevi, ister dindar-modern, ister eğitimli-eğitimsiz, ister başörtülü-başörtüsüz diye bakın, giderek karşılıklı bir düşmanlaştırma ve manevi şiddet dilinin gelişmekte olduğunu görürüz.

 

Verili durum ve 'yeni parti' fantezisi

 

Gelinen bu noktada sorunun çözümünü üretmesi gereken siyaset bizatihi gerilimin tetikleyicisi ve çoğaltıcısı durumundadır.  Var olan dört parti de birer kimliğin siyasetine sıkışmıştır. Kavga hangimizin “iyisinin-doğrusunun-güzelinin” “en iyi”, “en doğru”, “en güzel” olduğu kavgasıdır artık.

Bu seçimler siyasetteki konsolidasyonun tamamlandığını ve kalıcılaştığının teyidi de olmuştur bir bakıma. Kimlikler üzerinden bakıldığında Türkçülük-Kürtçülük-İslamcılık-laikçilik diye adlandırabileceğimiz ve aslında neredeyse yüz yıldır var olan dört siyasi akımdır artık var olan. Adlandırmayı başka türlü yapabiliriz, her birinin gücünü ya da paradokslarını, teorik doğrularını-yanlışlarını tartışabiliriz de. Ama verili durum budur. Evet, huzura ermemiz için bu dört akımın da Türkiyelileşmeye ihtiyacı var, ama daha iki seçimin önümüzde olduğu bu bir yılda bunu beklemek de gerçekçi değil.

Benzer şekilde, seçim harareti nedeniyle önümüzdeki bir yıl içinde ne partilerin dillerinde yumuşama, ne de yeni parti gibi fanteziler gerçekçi. Sonucu dört partinin bu süreç içindeki kendi iç değişimleri gösterecek.

 

Artık sükûnet ve saygı zamanı

 

Bu duruma gelişte hepimizin, Başbakan’dan tutun da yazıp-çizen-konuşan herkesin payının olduğunu kabul etmeliyiz. Şimdi sükûnet ve saygı zamanıdır artık. Hepimiz kendi sevincimizi ya da çaresizliğimizi çoğaltmayı bırakıp, bir süre diğer kümeleri, partileri, seçmenleri anlamaya çalışmalı ve varlıklarına, güçlerine saygı duymalıyız.  

Sorunlarımızın çözümü “iyi-doğru-güzel” setlerinin birinin galibiyetinde değil! Çözüm hepimizin kendi “iyi-doğru-güzel” setiyle “bir arada ve içiçe” yaşayabileceğimiz ortak hayatın kurallarını konuşmaktadır. Bu ise siyaset demektir, “müzakere-ikna-uzlaşma” süreçleri demektir. Siyaset yalnızca kime oy verdiğimizden, kimin kaç oy aldığından ibaret değildir çünkü.

O nedenle her birimiz, bir süre karşıya bağırmayı bırakıp kendimize dönmeli, kendi cemaatimize konuşmalıyız. Bulunduğumuz akvaryumun siyasi aktörünü değişime zorlamalıyız. En azından ve öncelikle kendi akvaryumumuzun siyasi aktörünü parlamentoda bir uzlaşma üretmeye zorlamalıyız. Öncelikle hukuka ve siyasete olan güvensizliğin onarılmasına ihtiyacımız var. Bir yandan da kimlikler, kümeler arası ilişki ve diyalog zeminleri üretilmesine…

Bunları yaparak yaşanan yıkımı yapıcı yıkıma dönüştürmek mümkün. Her gün biraz daha ortak yaşama iradesini azaltıcı, diğerlerini düşmanlaştırıcı söylemlere devam etmek de bir seçenek elbette. Ama hepsinden önce, birkaç gün bile olsa, bağırma-küfretme temelli yazmak-konuşmak yerine sükunet ve saygı lütfen.

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"