Dünya da Türkiye de çoklu krizlerle boğuşuyor. Küresel ölçekteki siyasal, ekonomik, kültürel egemenlik savaşlarının yaşamın her alanındaki yansımalarıyla karşı karşıyayız. Aynı zamanda insanlık sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçmeye çalışıyor. İklim değişikliği, gıda ve enerji krizleri, küresel ve bölgesel göçler gibi bir dizi büyük sarsıntı da bastığımız yeri sarsıyor.
Daha sanayi toplumu olmanın eğitim, hukuk, laiklik, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi zihniyet değişimini, kurum ve kurallarını tamamlayamamış Türkiye, bir de küresel çoklu krizlerle karşı karşıya. Üstelik bu krizler yumağının ürettiği belirsizlik ve karmaşıklığı hâlâ siyasal kutuplaşmaların, kimliklere sıkışmaların ürettiği ruhi ve zihni ambargolardan, ezberlerden kurtulamayan siyasi aktörler ve siyaset marifetiyle aşmak gibi bir zorunluluğumuz var. Pandemi ve ardından ekonomik kriz, kimliklerin hararetini bastırıp sınıfsal gerilimin, adaletsizlik ve yoksulluğunkini yükseltiyor derken siyaset bizi yeniden kutuplaşmaların, kimliklerin içine çekiyor. Muhalefet partileri kendi parti içi ve partiler arası rekabetlerinden vakit bulup iktidarla rekabet aşamasına geçemiyor. Toplum kutuplaşmaların ve kimliklerin ağır zırhlarından kurtulmaya çalışırken siyaset topluma yeni zırhlar döküyor.
Gündelik yaşam yangın yeri gibi. Kuralsızlık, keyfilik, güçlü olanın hep kazandığı, fırsat eşitliğinin kalmadığı, geçim derdinin büyük, gelecek kaygısının ağır olduğu, yaşamın her alanında vasata hatta vasatın da altına razı geldiğimiz bir hayhuyun içine düştük. Bir baktık ki yangını söndürmesi gereken itfaiyede su bitmiş, yangını söndürmesi gerekenler ya yangın var diye bağırmakla ya da yangına benzin dökmekle meşguller.
Artık bu ülkede yoksulluk da mirasa dahil. Sınıf atlamak, daha iyi bir yaşama ulaşmak için alın teriyle çalışmak, ahlaklı insan olmak artık makbul değil, geçerli de değil. Yoksulluk yaygınlaşıyor, derinleşiyor, kuşaklar arası devrediliyor.
Yorulduk, çok yol geldik. Toplum değişti, hepimiz değiştik ama hâlâ hukukun üstünlüğünü, laikliği, eğitimi, sosyal adaleti, Kürt meselesini, Alevilerin dertlerini, dindarların kazandıklarını kaybedip kaybetmeyeceklerini, gençlerin umutsuzluğunu konuşuyoruz. Hâlâ altı yaşındaki bir kız çocuğuna tecavüze tepkiyi aynı anda, aynı gür sesle, aynı gerekçeyle veremiyoruz. Ortak ufku kaybettik, biz duygusunu eksilttik, aynı acılara yas tutamıyor, bir şarkıda bir şakada bile aynı duyguları, aynı hazzı alamıyoruz.
Hayal kırıklıkları biriktirdik. Bir de umutlarımızı ertelemeyi öğrendik. Şimdi yeni bir yıla girerken dileğim, umutlarımızı miras bırakmayalım. Umutlarımızın gerçekleşmesi için yalnızca siyasi liderlerin marifetlerini beklemeyelim. Bir cumhurbaşkanı seçeceğiz ve her şey hallolacak diye hakikat dışı bir beklentiye kapılmayalım. Bu ülkede her ne yaşayacaksak her birimizin dahliyle, çabasıyla yaşanacak olduğunu bilelim.
Balık hafızalı değiliz
Bunca hayal kırıklığımızın, umut yorgunluğumuzun bize öğrettikleri var. Deneyimlerimiz, toplumsal bellekte biriktirdiklerimiz var. Siz sakın toplumun balık hafızalı olduğu efsanelerine inanmayın. Bu toplum balık hafızalı değil, hatırlamaktan korkuyor. Hatırladığı zaman o meseleyle nasıl başa çıkacağını bilemediği için unutmuş gibi yapıyor sadece. Yoksa kimse bu topraklarda yaşananları, 15 Temmuz’u, Ankara gar katliamını, Roboski’yi, Madımak’ı, 28 Şubat’ı, 12 Eylül’ü, 6-7 Eylül'ü de unutmuş değil.
Elbette toplumun da ezberleri var, hakikatle ilişkisi bozulmuş durumda, Covid 19 aşısıyla genlerimizle oynandığına, Lozan’ın gizli maddeleri olduğuna inananlar var. İnanın bana, toplumun büyük çoğunluğunun bu hakikat dışı söylencelerle ilişkisi yok. Anketlerde, tüm dünyada da olduğu gibi, kimlerle komşu olur, kimlerle iş ortaklığı kurar türü sorular sorduğunuz zaman hiç küçümsenmeyecek sayılarda kendinden farklı olanlara karşı duruş çıkar. Örneğin neredeyse beşte bire yakın insan AK Parti’ye ya da CHP’ye oy veren kişilerle dünür olmak istemediğini söyler. Anketlerde sorduğunuzda güven düşüktür, hemen her şeye ve herkese karşı güvensizlik çıkar. Ama bir durun, soluklanın, çevrenize bir bakın, örneğin dünürler başka partiye oy veriyor diye boşanan duydunuz mu?
Bu toplum birey olmak konusunda gayretli, yurttaş olmak konusunda temkinlidir. Bireysel yaşamında çoğulcu, sorun çözücü ama ortak yaşamda ötekileştiricidir, sorun çözme kabiliyeti düşüktür, örgütsüzlüğü tercih eder. O nedenle ikircikli bir toplum görüntüsü verir. Yapmadıklarını, yapamadığı için, mekanizmalar yetersiz olduğu için, hukuka güvenmediği için, yargıçların polislerin kılığına kıyafetine bile bakarak farklı davranacaklarını düşündüğü için, sokakta ürktüğü, korktuğu için yapmaz. Bilmediği için değil.
Ortak ufka inanç lazım
Bugün yaşanan sıkışmışlıktan çıkmak için toplumun gayretine ihtiyaç var. Onun için de geleceğe, ortak yaşama, ortak ufka inanç lazım. Bunun siyaset marifetiyle gerçekleşebileceğine, ortak gelecekte kendisi olarak, kimliğiyle, inancıyla, tercihleriyle var olabileceğine güvenmesi lazım.
Önümüzdeki yıl ve seçim süreci bunun için bir fırsat olabilir. Bugünkü tercihlerden, yayınlanan anketlerden bakılırsa 2023 seçimlerinde Erdoğan kazanırsa neredeyse kesine yakın bir olasılıkla parlamentoda partisinin çoğunluğu olmayacak. Altılı Masa'nın adayı kazanırsa, o da büyük olasılıkla parlamento çoğunluğuna sahip olmayacak. Ancak Altılı Masa'nın cumhurbaşkanı adayına diğer altılı masa da onay verirse, parlamento çoğunluğu olsa bile on ikili mutabakat olmadan parlamenter sisteme geçilebilecek siyasal çoğunluk da olmayacak.
Bugünden bakınca olumsuz gibi görünen bu olasılıklar belki de ülke için tarihi bir fırsat aralığı açabilir de.
Eğer yeni bir hikâye, yeni bir söz yazacaksak hep beraber yazacağız. Ülkenin geleceğine de bireysel geleceklerimize de kendi karar, tercih ve gayretlerimizle varacağız. Eğer parlamento seçimlerinde en geniş temsiliyeti oluşturabilir ve cumhurbaşkanının elinde güdümünde olmayan bir parlamentomuz olursa belki de yeniden siyaset marifetiyle bir uzlaşma zorunluluğu, bir fırsat aralığı oluşturabiliriz. Dünyanın gidişatı, küresel bölüşüm kavgasının ülke için açtığı riskler ve fırsatlar siyasi kültürü, siyaset tarzını olumlu anlamda değişime zorlayabilir.
İşte o zorlamayı bizler yapabiliriz. Siyasi aktörlere her fırsatta adayınız kim sorusunu soracağımıza yeni hikâyeyi, yeni sözü dayatabiliriz. Türkiye için bilimden, sanattan ve hayallerimizden beslenen yeni bir hikâye ve söz üretebiliriz. Milyonlarca yılın birikimini taşıyan genlerimize yaslanıp yaşamı sürdürme güdüsüne mi teslim olacağız, on iki bin yıllık bu toprakların medeniyet arayışından mı ilham alacağız?
Bu seçim medeniyet seçimi olacak. Kurum ve kuralları olan, insanlığın ve bu ülkenin kazanımlarına, evrensel doğrulara, onurlu yaşam hakkına yaslanan bir ortak geleceği mi, güçlü olanın keyfiliğine, kuralsızlığa teslim edilmiş bir yaşamı mı kendimize reva görüyoruz?
Adalet istiyoruz
Bu ülkenin insanları adalet istiyor. Yoksullar gelir adaleti, gençler, kadınlar kendi kararlarına katılım adaleti, Kürtler, Aleviler varlıklarının tanınma adaleti istiyor. Ama herkes adalet istiyor. Aynı zamanda herkes hanesinin dirliğini, düzenliğini önceliyor. Üretime katılmak, refahtan pay almak, daha adil bir ekonomik büyüme ve gelir dağılımı istiyor. Ve iklim değişikliğinden, kuraklıktan, gıda krizinden, soğukta sokakta kalmaktan, yaşlanıp kimsesiz bakıma muhtaç olmaktan herkes ölesiye korkuyor.
İnanın, bu taleplerde ne Türk ile Kürt, ne Sünni ile Alevi, ne dindar ile ateist, ne kadın ile erkek, ne üniversite mezunu ile ilkokul mezunu fark ediyor. Herkes medeniyet, bereket ve adalet istiyor.
Herkes siyasetçilerin önüne koyacağı asıl çılgın projenin bir arada, onurlu yaşam olması gerektiğini biliyor.
Bizlerin yapabileceği ve yapması gereken siyasetçileri zorlamak. Siyasete dahil ve müdahil olmaya çalışmak. Yanı sıra toplumun korkularını, hakikat dışı kabullerini yaymak, dalga konusu yapmak, en hafifinden dikkate almamak değil bunlarla mücadele etmek. Daha da önemlisi bu ülkeye, bu topluma, ortak geleceğe güvenmek gerek. Eğer başka ülkelere öykünerek, başka yaşamlara imrenerek yılları devirmeye devam edeceksek mesele yok. Ama bireyler olarak da ülke olarak da yeni hikâye yazabilirsek asıl o zaman dünya bize imrenecek ve biz yaşlanmış, duygularını yitirmiş, robotlaşmış Batı medeniyetine can üfleyeceğiz, ruh vereceğiz. İtibarımız, prestijimiz, etkinliğimiz de o hikâye ve başarıdan gelecek.
Duygusal bir yazı olduğunun farkındayım. Yeni bir yıla girerken paylaşmak ve biraz da dikkatinizi çekmek, gücümüzün farkına varalım demek için yazdım. Asıl, umutlarımızı miras bırakmayalım, başardığımızı görebilelim, yaşayabilelim temennisiyle yazmak istedim. Herkese, hepimize aydınlık, umutlu, mutlu bir yıl olması dileğiyle…
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı