09 Mayıs 2016

Son seçim haritaları ne diyor; Erdoğan'ın stratejisi ne, Türkçü-İslamcı tek tip toplum senaryosuna karşı çıkış nerede?

Hiçbir siyasi aktör Erdoğan’ın senaryolarını bozamıyor görünüyor

Ülke Erdoğan’ın siyasi manevralarına kilitlenmiş durumda. Hiçbir siyasi aktör Erdoğan’ın siyasi hamlelerine kilitlenmeyi açamıyor ya da Erdoğan’ın senaryolarını bozamıyor görünüyor.

Ülke, Murat Menteş’in cümlesiyle yapay umutlarla hakiki felaketler arasına sıkışıyor. Erdoğan iktidarı düşerse ya da Erdoğan başkan olursa her sorun çözülür yaklaşımları nedeniyle karşı karşıya olunan hakiki felaketlere karşı ağır bir uyuşma ve hissizleşme yaşanıyor. 

Önümüzdeki olası siyasi, toplumsal ve ekonomik riskler, etrafımızda ve Orta Doğu’da olanlar giderek ülkeyi var olma sorunuyla karşı karşıya getiriyor.

Çıkmaz bir sokakta mıyız? Buradan çıkış var mı?

Bu sorulara cevap, korku ve itiraz politikalarıyla olamaz. Bugünkü siyasi tabloyu, özellikle Erdoğan ve AK Parti’nin beslendiği, yaslandığı toplumsal dip dalgaları anlamadan ve bu dip dalgalara bir cevap üretmeden çıkmaz sokaktan çıkışın politikaları yazılamaz.

Bugünkü siyasi tablo büyük oranda elbette siyasi kutuplaşmayı işaret ediyor. AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı şeklinde başlayan kutuplaşma bir yandan Erdoğan yandaşlığı ve karşıtlığına, diğer yandan Türk-Kürt şeklinde kimlik kutuplaşmasına, muhafazakâr-seküler şeklinde hayat tarzı kutuplaşmasına dönüşüyor.

Kimlik siyasetleri ve kimlikler üzerinden kutuplaşma siyasi tablonun ana rengini belirliyor. Ama mesele bundan ibaret değil.

 

Tarihi ve ekonomik bir arka plan

 

Aşağıdaki harita 1 Kasım seçim sonuçlarına göre KONDA tarafından üretildi. İstatistiki kümeleme analizi (clustering analysis) yöntemiyle seçim sonuçları üzerinden benzer iller kümelendiğinde aşağıda gördüğünüz harita oluşuyor. AK Parti’nin oylarının yüzde 49,5 ile 66,9 arasında değiştiği, siyasi rekabetin farklı aktör ve derecelerle değiştiği dört kümeden oluşan geniş bir coğrafya var. Beşincide CHP’nin var olduğu kıyılar var. Altıncı kümede HDP’nin ağırlıklı olduğu coğrafya var.

Bu tablonun birçok okuması olabilir. Ama gözden ırak tutulmaması gereken bir yönü daha var. İkinci harita illerin sosyoekonomik gelişmişlik seviyelerine göre renklendirilmeleriyle elde edildi. Bu harita ülkenin iki yüz yıllık kalkınma ve modernleşme hikâyesinin sonunda vardığımız yeri gösteriyor. Koyu kahverengi olan Kürt bölgesi ülkenin en geri kalmış yerlerini barındırırken mora doğru giden renkler ülkenin kalkınmış bölgeleri. Bu harita son bir yılın, on yılın değil iki yüz yıllık bir hikâyenin sonucu.

1 Kasım seçim sonuçları kümeleme analizi

İller sosyoekonomik gelişmişlik seviyeleri analizi, Kalkınma Bakanlığı verisi

 

Dikkatli bakarsanız yukarıdaki iki harita çok benziyor. Ülkenin en geri kalmış Kürt coğrafyasında HDP, gelişmiş coğrafyada AK Parti ve CHP, gelişmeye çalışan, kalkınmadan pay alma iddiası olan coğrafyada da AK Parti tek başına hakim.

Yani bugünkü siyasi tabloyu var eden kutuplaşmanın yanı sıra tarihi ve ekonomik bir arka plan da var.

 

Siyasi ve toplumsal doku

 

Aşağıdaki grafikler de yine KONDA tarafından üretildi (1). İlk grafik 1 Kasım seçim sonuçları kullanılarak “karşılıklılık analizi” (correspondence analysis) yapılarak, her bir ilin seçim sonuçlarına göre, benzerlikler ve ayrışmalar üzerinden bir uzaya yerleştirilmesiyle elde edildi.

Bu uzayda illerin dağılımını, yerleşmelerini nasıl açıklarız,  sorusunun cevabını yatay ve dikey eksenler veriyor. Kolayca anlaşılacağı gibi yatay eksen üzerinde illerin dağılımını Türk veya Kürt illeri olmaları belirliyor. Dikey ekseni ise birkaç farklı özellikten açıklamak mümkün. Birincisi, yine iller arası sosyoekonomik gelişmişlik seviye farklılıkları. Aşağıdaki iller geri kalmış, yukarıdaki iller diğerlerine kıyasla sosyoekonomik bakımdan gelişmiş iller. İkinci açıklama illerin eğitim seviyeleri, aşağıdan yukarıya doğru illerin eğitim seviyeleri yükseliyor. Üçüncü açıklama ise KONDA bulguları üzerinden, yukarıdan aşağıya doğru gidildikçe dindarlık seviyesi artıyor.

 

Aşağıdaki grafik ise Nisan’2016 KONDA verileriyle “çoklu-karşılıklılık analizi” (multi-correspondence analysis) yapılarak, yedi ayrı demografik, kültürel ve siyasi kategori, benzerlikler ve ayrışmalar üzerinden bir uzaya yerleştirilmesiyle elde edildi.

Türkiye demografisi mütekabiliyet analizi

 

Uzaydaki bu demografik-kültürel-siyasi dağılımı açıklamak için eksenleri anlamlandırmaya çalıştığımızda karşımıza şu tablo çıkıyor. Yine, yatay eksen kolayca görüldüğü gibi Türk-Kürt ekseni. Dikey eksende ise toplum eğitim ve hane gelirleri bakımından yukarıdan aşağıya sıralanıyor. Aynı zamanda eksende aşağıya doğru gidildikçe dindarlık ve muhafazakârlık seviyeleri artıyor.

Görüldüğü gibi illerin 1 Kasım seçim sonuçları üzerinden yapılan grafik ile toplumun demografik-kültürel-siyasi dokusunun dağılımı örtüşüyor. Yani bugünkü siyasi tablo yalnızca güncel siyasetin değil aynı zamanda toplumsal dokunun da yansıması.

 

Erdoğan ve AK Parti’nin stratejisi

 

Yukarıdaki grafikler bir bakıma siyasetin kimliklere sıkışmasını da gösteriyor. Yatay eksende Türkçülük-Kürtçülük, dikey eksende İslamcılık-Laikçilik diyebileceğimiz dört kimliğe doğru hem toplum, hem de siyaset sıkışıyor.

İşte tam bu noktada Erdoğan ve AK Parti’nin stratejisi daha anlamlı hâle geliyor. Erdoğan ve AK Parti’nin şovenliğe yaslanan, dini referansları öne çıkaran politika ve dili Türkçülük ve İslamcılık kimliklerini konsolide etmeyi amaçlıyor.

Kültürel olarak zaten birbirine benzeyen ama siyasi tutum ve tercihleri farklı toplumdaki iki küme tek bir potaya sokulmaya çalışılıyor. Terör ve Kürt meselesinde, Suriye-Orta Doğu-Avrupa Birliği ilişkilerinde, “yerli ve milli” olmak diye kodlanarak hayatın her alanında uygulanmaya çalışılan politikalar, tutturulan siyaset tarzı ve özellikle şovenlikten-dinden beslenen dil bu amaca dönük. Kendini, tarihini kutsama, her dış dinamiği ülkenin bütünlüğüne karşı tehlike olarak görme, güvenlik kaygılarını öne çıkarma, hepsi bu amaca hizmet ediyor.

Pratikte bu süreç birkaç ayda sonuç vermeyebilir. O nedenle Erdoğan ve AK Parti başkanlığa giden yolda katmanlı bir strateji uyguluyor. Öncelikli hedef terör ve Kürt meselesi ile Suriye sorunu üzerinden MHP parti yönetimini ikna etmek. Olmuyorsa MHP’yi bölerek bir parçayı ikna etmek. Altlarındaki tabanı çekerek veya çektiği algısını üreterek MHP’yi ikna etmenin mümkün olabileceği hesaplanıyor.  Uzun vadede ise seçimlerde MHP tabanını konsolide ederek MHP’yi baraj altında bırakmak.

Bir başka strateji ise dokunulmazlıkları kaldırarak, Kürt siyasetini tuzağa çekip, öfkelendirerek sivil siyasetten çekilmesini sağlamak ve ister ara, ister genel seçimde Meclis dışında bırakmak.

 

Mesele bir partinin oyunun nereye varacağı meselesi değil

 

Bu stratejilerin başarılı olup, olmayacağını göreceğiz. Fakat buradaki mesele bundan ibaret değil. Erdoğan ve AK Parti’nin tuttuğu yolun temel tercihleri sorunlu.

Bugünün karmaşıklık ve belirsizlik esaslı gündelik hayatı ve kentli ve hatta yarıdan çoğu metropollü olmuş bir toplumun hayatı merkeziyetçiliği güçlendirerek değil ademi merkeziyetçilikle yönetilebilir.

Bugünün farklı kültürel ve siyasi kimliklerine dayalı hayatı “tek tip vatandaş” yaklaşımıyla yönetilebilir mi? AK Parti ile değişen Cumhuriyet’in tek tipli, makbul vatandaş tanımını değiştirmekten ibaret.

Tek tipli ve monolitik bir toplum, tek tipli sorunlar ve çözümler temelli ulus devlet modeliyle bugünün çok aktörlü, çok boyutlu, çok kimlikli hayatını yönetmek mümkün değil. Halbuki Erdoğan’ın ve AK Parti’nin yaptıkları ulus devleti yeniden güçlendirmeyi hedefliyor.

Temsili demokrasinin krizi katılımcı demokrasiye geçişi gerektirirken, izlenen yol temsiliyeti de daraltıp, tek kişiye indirgenmeye çalışılıyor.

Mucitliği, tasarımcılığı, bilimi ve teknolojiyi, düşünce ve ifade özgürlüğünü güçlendirmek yerine dini referanslı ahlakçılık, güvenlik referanslı tek seslilik isteniyor.

Dünyaya entegre olmak değil içe kapanmak kutsallaştırılıyor, bölünme paranoyası güçlendiriliyor, bu uğurda Avrupa Birliği’nden ABD’ye, Rusya’dan İran’a herkesle kavga ediliyor.

Müzakere değil, tek seslilik ve bu uğurda çatışmacılık esas alınıyor.

Kürtlerle barışarak beraberce ülkenin ve Orta Doğu’da geleceğinde söz sahibi olmaya çalışmak yerine Kürtleri küstürerek başka bir gelecek mümkünmüş sanılıyor.

Tüm bunlar ülkenin geleceği için var olma sorunu üreten seçenekler ve yollar. O nedenle çıkmaz sokaktayız. O nedenle siyasi bir çıkış yolu bulmak zorundayız.

 

Çıkış nerede?   

 

Yukarıdaki grafikler ve haritalardan beslenen analizler doğru ise çıkış kimlikler ve kutuplaşmalar üzerinden olamaz. Kimliklerin yarılmasını sağlayacak yeni bir zihin haritasına ve demokrasi hareketine ihtiyaç var.

Dış dinamiklerden, kriz beklentilerinden beslenen fırsatçı arayışlar, her siyasi akımdan birkaç isimle yapılacak kolaj listeler, karizmatik lider arayışları, reklamcı diliyle yazılacak gerçekten ırak hikâyeler, eski tek tipli toplum ve ulus devlet modelinin yeni dilden savunuları, korku ve itiraz politikaları buradan çıkışın anahtarını veremez.

Her bir farklılığın ihtiyaç ve taleplerini analiz etmiş, anlamış, cevap üretmiş bir harekete ihtiyaç var. Kimlikleri ve farklılıkları yok saymayan ama birarada yaşamı savunan, devleti yeniden yapılandırırken yerinden yönetimi inşa etmeyi vaat eden,  hukuku ve yargıyı yeniden yapılandırmayı tasarlayan bir harekete ihtiyaç var.

Kalkınmayla toplumsal dönüşümü, yerelleşirken küreselleşmeyi ve demokratikleşmeyi bir arada savunan bir programa ihtiyaç var. Orta gelir tuzağından çıkmanın, orta demokrasi eşiğini aşmanın yol haritasına ihtiyaç var.

Toplumun önüne yarın sabaha dair bir ütopyayı koyabilen, ütopyasının ateşi kimlikleri yarabilecek, aşabilecek bir demokrasi hareketine ihtiyaç var.

Türkiye’nin siyasetçileri, entelektüelleri öncelikle topluma güvenmeyi ve sonra da toplumun taleplerini ciddiye almayı başarabilirlerse böylesi bir hareket doğabilir. Ya da geleceğimiz var olan senaryolardan biçimlenecek. O senaryoların ülke adına sonucu kimin hangi makama geldiğinden daha çok, ülkenin gelecekteki var oluşu bakımından önemli olacak. 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"