05 Kasım 2009

Siyasette güven

Şu anda ülkede kutuplaşmaya bağlı olarak derin bir güven bunalımı yaşanıyor. Bu güven bunalımının birden çok boyutu, tarafı ve unsuru var.

 


Şu anda ülkede kutuplaşmaya bağlı olarak derin bir güven bunalımı yaşanıyor. Bu güven bunalımının birden çok boyutu, tarafı ve unsuru var.


Çok önemsediğim güven sorunun bir boyutu, toplumun dörtte birinin toplumun ve ülkenin hiçbir kurumuna ve bireyine “gönülden” güven duymuyor oluşu.


Bir başka yine çok önemli güven ya da güvensizlik göstergesi siyasi aktörlere olan güven seviyesi. Ne yazık ki, yine toplumun dörtte biri ülkenin temel sorunlarının siyasetçiler tarafından çözülemeyeceğini düşünmekte ve “böyle gelmiş böyle gider” demektedir.

Daha çok siyasi kutuplaşma ve siyasi aktörler açısından altını çizmemiz gereken bir başka güven problematiki, toplumun neredeyse yarısından fazlasının, oy verdiği parti dışındaki diğer iktidar veya muhalefet partilerine kesinlikle güven duymuyor oluşudur.


Ülkenin geleceği olan gençler açısından bakarsak geleceğe olan güven neredeyse yok derecesindedir. Konda’ya ait olmayan, okuduğum bir araştırmaya göre, üniversite öğrencilerinin neredeyse onda dokuzu mezun olunca başka ülkeye gitmek istediklerini söylemektedirler.


Toplumun üçte ikisi gelecek beş yıldaki ülke hayatının da kendi bireysel hayatlarının da bugünden daha iyi olmayacağını düşünmekte, bir bakıma geleceğe güven duymamaktadırlar. 


Gözlem olarak herhalde şu tespiti yapmak yanıltıcı olmayacaktır (ki Konda dışında yapılmış okuduğum birçok araştırmada da bu bulgu ortaya çıkmaktadır), toplumun çok önemli bir kısmı başta Avrupa Birliği siyasetçileri ve yöneticileri olmak üzere diğer devletlerin siyasi yöneticilerine güven duymamaktadırlar. Sanırım aynı biçimde Avrupalı siyasetçilerde bize, bizim siyasetçilere karşı aynı güven eksikliği içindedirler.

Ve son bir nokta, Kürt yurttaşlar da devletin sorunlarına içtenlikle çözüm bulmak derdinde olduğuna inanmamakta, atılan adımlara, yapılan açılımlara güvensizlikle yaklaşmaktadırlar. Kürt sorununun çözüm sürecinde ilk tıkacın ya da aşılması gereken ilk eşiğin bu güven meselesi olduğu açıktır.


Bu kadar çok güvensizlik belirtisini alt alta sıraladığımızda, ortaya çıkan tablo bence şudur: Ortak yaşama irademiz ve ortak geleceğe dair umudumuz giderek azalmaktadır. Bu güven azalması ya da güvensizlik çoğalması herhangi bir etnik köken, dini inanç, cinsiyet, yaş, siyasi tercih gibi hiçbir kimlik farklılığına bağlı değildir. Her bir farklı kimlik kendi güvensizliğini yoğunluk sıralaması farklı da olsa benzer biçimde yaşamaktadır.


Güven niçin önemli ya da güven meselesi yalnızca siyasi meselelerde mi geçerli? Hayır. Çünkü ülkelerin, toplumların ister ekonomik performansları, ister toplumsal dayanışma modelleri ve bu modellerin başarısı, ister siyasi uzlaşma üretebilme becerisi yani çoğulcu ve demokratik bir toplum olmanın önkoşullarından birisi o toplumun sosyal sermayesinin gücüdür. Sosyal sermaye dediğimiz şey de özü itibariyle toplumda var olan ilişkiler ağı, dayanışma ve ortak iş yapabilme modelleridir. Bunun çalışabilmesinin yolu da o toplumdaki bireylerin güven duygusunun artması ya da yüksek olmasıdır.


Bence de ülke siyasetinin ve siyasi aktörlerinin aşmaları, halletmeleri gereken birinci mesele bu güvensizliğin azaltılması ve giderek yok edilmesi ve güven duygusunun yükseltilmesidir.


Kutuplaşmayı da güven bunalımını da siyaset çözecektir. Fakat var olan siyasi aktörler bizatihi kendileri güvensizliğin özneleri ve aynı zamanda güvensizliğin nedenleri ve tetikleyicileri durumundadırlar.

Bozulan toplumsal mutabakatın ve bozulan devlet-birey mutabakatının (bozulan mutabakatların kendileri doğru muydu yanlış mıydı tartışmasına burada girmeden) yeniden ve yenilenerek oluşturulmasının yolu yeni bir toplumsal uzlaşma ve mutabakata varmaktır. Bunun da yolu siyasetin önderliğinde ve siyaset yoluyla yeni mutabakatı oluşturabilmenin ön koşulu olan hoş görüyü, tartışmacılığı, karşılıklı ikna yolunu temel yöntem olarak kullanabilmektir. Ne yazık ki, ülke bugün bu noktadan oldukça uzak görünmektedir. Çünkü her bir birey, siyasi aktör, ekonomik kesim, kültürel kimlik diğerine karşı derin bir güven bunalımında, kandırılacağı duygusunda, hayat tarzının tehdit altında olduğu algısında, paranoyaya dönüşmüş kaygı ve korkuların esiri durumundadır.


Bu durumda umutlanmak, geleceğe güven duymak olanaklı mıdır? Evet. Bir tek ön koşulu var. Var olan siyasi aktörlerin ürettiği ve çoğalttığı güvensizlik ve korku duygularının esiri olmadan, ulaşabildiğimiz, becerebildiğimiz her türlü sivil toplum hamlesine emek koyarak, siyasetin alanını genişletecek her türlü çabayı göstererek ve nihayetinde yeni siyasi aktörleri üreterek ve çoğaltarak bu yapıyı değiştirebiliriz. Çünkü hepimiz yarın sabah ortak kadere ve aynı güneşe uyanacağız. Bu topraklar 5000 yıldır çok zafer de gördü, yıkım da. Çok acı da yaşadık, çok sevinç de. Yeni bir parlak geleceği bunca yılın ve denemenin sonunda da başaramayacaksak hayatın ne anlamı olabilir ki?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"