31 Ağustos 2009

Siyaset döllenme özelliğini yitirdi...

Tartışmalara baktığımızda görüyoruz ki büyük bir çoğunluğunda bilgisizlik var, eski ezberler var, ön yargılar var. Ama bilgi o kadar az ki!

Geçmişte siyaset ve politik aktörler, özellikle de partiler, ekonomi ve sosyal bilimlerdeki her gelişmeyi dikkate alır, bunu siyasete uyarlardı. Bugün böylesi bir bilimsel beslenme yok oldu.

Gündelik hayatın ritmi değişti, düşünce sistematiğimiz değişti, zihniyet haritaları (paradigmalar) değişti, dünya değişti ve çağ değişti. Bizim politikacılarımız ve düşünce adamlarımızın önemli bir kısmı bu değişimleri bilir, yaşar. Ama varsayılır ki, bu değişimler yalnızca teknolojide, nükleer tıpta ya da işletme modellerinde, pazarlama anlayışında... Bu değişimlerin ülkemiz insanını, gündelik hayatı ne kadar etkilediği ıskalanır.

Bir şirket yöneticimiz, doktorumuz ya da mimarımız gündüz iş hayatında tüm bu teknik ve zihinsel değişimin sonuçlarını kullanarak, yaşayarak iş yapar. Ama akşam olup, ülke meseleleri ve insanı konuşulmaya başlandığında eski düşünce sistematiği ve eskimiş bilimsel modeller ile ülkenin meseleleri çözülmeye çalışılır.

Bilimin bile bizatihi kendisinin nasıl değiştiğini görüyoruz. Artık bilim de çok çeşitlendi, karmaşıklaştı. Yalnızca sosyal bilimler üzerinden siyaset yapmak bugüne yetmiyor. Örneğin siyaset dünyamız biyolojiden veya antropolojiden beslenme yolunu hâlâ bulabilmiş değil. Bilgi politikaları yalnızca siyasi aktörlerin web siteleri ile interneti nasıl propaganda için kullanabilecekleri sorunundan ibaret sanılıyor.
Genetik biliminin gelişmeleri, uygulamaları, genleriyle oynanmış gıda sorunu üzerine hiçbir partinin politikası yok, muhtemelen bilgisi ve ilgisi de yok. İşletme biliminin yeni örgüt teorilerindeki değişimler, bunların gündelik hayata yansımaları, insanların değişen örgütlenme ve dayanışma modelleri ya da sanal ağlar da bizim politikacılarımızın ilgi ve bilgi alanında değil. Kuraklık meselesi yalnızca içme suyu stokuyla ibaret sanılırken, küresel ısınma sorunu siyasetçilerin gündeminde yoktur zaten.

Hâlbuki yaşamın bugün geldiği karmaşıklık ve sonuçları tüm günlük detayda her bir bireyi etkilemekte, ama bireyler bu sorunlar karşısında hiçbir politik önerme olmaksızın tek başlarına mücadele etmekteler.

Kürt sorunu 'bilgisiz' tartışılıyor
Tüm bunları şunun için yazdım: Ülkenin en yakıcı, diğer tüm sorunlarının çözümünün önündeki en önemli tıkaçlardan birisi olan Kürt sorununu tartışıyoruz günlerdir. Tartışmalara baktığımızda görüyoruz ki büyük bir çoğunluğunda bilgisizlik var, eski ezberler var, ön yargılar var. Ama bilgi o kadar az ki!

Mesela sorunun ya da sürecin adı üzerinde bile mutabakat yok. Tartışmaların önemli bir kısmı bölünme, bölünmeme gibi siyasi paranoyalar üzerinden yürüyor. Kimi "sorun terör" diyor, kimi "ekonomi" diyor, kimi de "Güneydoğu sorunu" diyor. Bu tür tartışmalar siyaset dünyası içinde yer bulabilir, ama en azından bu siyasetçilerin, kanaat önderlerinin, köşe yazarlarının bir kısmının da temsili demokrasinin yaşadığı krizi, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye dönüşümü, toplumsal sorunlar ve çatışmaların yanı sıra artık kültürel sorunlar ve çatışmaların da öne çıktığını, meselenin biricik nedeninin köken farkı olmadığını söylemesi ve tartışmalara bilimsel katkı sağlaması gerekmiyor mu?
Kürtler kim, kaç kişi, neredeler?

Örneğin ülkedeki Kürtler kimdir, kaç kişidir, nerelerde yaşarlar sorusunu bile merak edersek sorunu tanımlamak konusunda adım atabiliriz.

KONDA’nın 2007’de yayımlanan araştırmasına göre ülkedeki 11 milyon dolayındaki (toplam 70 milyon nüfus içinde yüzde 15,7) Kürt nüfusun dağılımı tabloda görülüyor.

Kürtlerin Bölgelere Dağ.%

Bölge içinde Kürtler %

İstanbul

17,5

14,8

Batı Marmara

0,3

0,9

Ege

5,4

6,1

Doğu Marmara

2,6

4,9

Batı Anadolu

4,3

7,7

Akdeniz

3,4

4,9

Orta Anadolu

0,5

1,3

Batı Karadeniz

0,1

0,3

Doğu Karadeniz

0,0

0,1

Kuzeydoğu Anadolu

10,0

32,0

Ortadoğu Anadolu

29,3

79,1

Güneydoğu Anadolu

26,7

64,1

Türkiye

100,0

15,7


Sorun tek bölgeyle sınırlı değil

Bu tablo, sorunun bir bölgeyle sınırlı olmadığını, İstanbul nüfusunun bile yüzde 15’e yakınının Kürt yurttaşlardan oluştuğunu gösteriyor.

Farklı etnik kimlikler arasında evliliklere baktığımızda, Türkler ve Kürtler arasındaki evlilik nüfusun yüzde 3,7’sidir. Diğer bir deyişle, Türklerle akraba olan Kürt sayısı (aynı zamanda Kürtlerle akraba olan Türk sayısı) 2 milyon 600 bindir. Türkler ve diğer etnik kimlikler arasında yüzde 3,6 oranında, yani 2 milyon 661 bin kişide akrabalık vardır. Kürtler ve Türkler hariç, diğer etnik kimlikler arasında akrabalık, yüzde 0,5 ile 353 bin kişide görülmektedir. Bu akrabalık ilişkileri, Türkiye’nin toplumsal yapısının beraber yaşayan, birbiriyle evlenen ve ortak kültürler oluşturan farkı farklı grupların karmaşık ilişkileriyle oluştuğunu göstermektedir.

Dolayısıyla çözüm yalnızca bir bölge ile tanımlı ve sınırlı olamaz. O nedenle sorunun çözümü için, federalizmden, bölgesel özerkliğe ya da en uç fikir olarak ayrılmaya kadar tüm öneriler ülkenin etnik köken farklılıklarına bağlı olan kısmını çözmeye yetmeyecektir.

Bundan sonraki yazılarımda da yine somut rakamlara bakarak, sorunun ne olduğunu ve çözümünde neler olabileceğini tartışmaya devam edeceğiz.

(Sitemiz Dünya Barış Günü'nde yayına başladığı için bu anlamlı ve umutlu günde ilk yazımı yazmak istedim. İlgilenen okurlar için Pazartesi ve Perşembe günleri yazacağımı not etmek isterim. Sizlerle yeniden buluşmak, sitemizin tüm gruplardan bağımsız yalnızca gazetecilik yapmayı hedefleyen emekçileriyle omuz omuza vermiş olmanın gururunu ve bu maceranın yolcusu olmanın müthiş keyfini de ayrıca belirtmeliyim).


Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"