20 Ağustos 2015

Seçmeni bütünlemeye bıraktılar

Seçmende Meclis'in karar alamadığı algısının oluşması arzulandı

Her ne kadar erken seçim sözü kullanılıyorsa da aslında “tekrar seçim” yapacağız. 7 Haziran’da oluşan Meclis’ten bir hükümet çıkaramadık. Çünkü Cumhurbaşkanı dahil beş siyasi aktör bir uzlaşma üretemedi. Gerçekte Cumhurbaşkanı ve Ak Parti siyasi oyun kurma kapasitesine ve gücüne sahip iki aktör olarak, “tekrar seçimi” esas alan bir senaryo kurunca ve süreç bu senaryo üzerinden oynanınca, olan kaçınılmazdı.

Gelinen bu noktanın “o ne dedi”, “bu ne dedi” dışından bakınca, iki anlamı var bence. Birincisi, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti seçmeni bütünlemeye bıraktı. Dediler ki kendi taraftarlarının ürettiği argümanlardan söylersek, “Seçmen Ak Parti’ye cezada, HDP’ye sempatide dozu kaçırdı.” Şimdi kendilerince seçmene bir kez de bütünleme sınavı hakkı verecekler.

Böyle bir değerlendirmeye, seçmenin kararını yargılamaya hakları var mı meselesi bir tarafa, bu sözdeki varsayımın da doğru olduğu tartışılır. Bir dönem muhalefetin kullandığı, seçmeni aşağılamaya varan yargı ve argümanlara bunca milli irade sözü edenlerin de gelmiş olmaları bile ilginç.

Ayrıca seçmenin iki partiye de dair tercihi 7 Haziran itibariyle, anlık bir tepkinin değil, uzun bir sürecin sonunda tercih değişikliği idi.

Gelinen noktanın ikinci anlamı, Meclis’in karar alamıyor, hükümet çıkaramıyor oluşu. Bu algının seçmende oluşması arzulandı. “Eğer, oylarınızla dört partili bir Meclis oluşturur ve birinci partiye iktidar sayısına yeter milletvekili kazandırmazsanız, sistem kilitlenir” deniyor seçmene. Seçim öncesinden başlayan “koalisyonların ne denli kötü olduğu” söylemiyle birlikte gelinen noktaya bakılınca, seçmene çoğulculuğun, uzlaşma zorunluluğunun ne denli olumsuz sonuçlar üreteceği gösteriliyor.

Evet, sistem tıkanmış görünüyor ama bunun nedeni yukarıdaki iki anlamda değil. Beş siyasi aktör de özellikle kimlik siyasetlerine sıkışmış durumdalar. Bir kaçının kafasında diğer bir kaçının seçmenleriyle beraber tümden yok olacağı bir dünya tahayyülü var. Kimisinin rüyası HDP’nin, kimisininki MHP’nin, kimisinin de Cumhurbaşkanı’nın var olmayacağı bir siyasi tablo. Dolayısıyla bu beş aktör, birbirinin varlığını tanımadıkça, buradan düşünmeye başlamadıkça çıkış kolayca bulunmayacak.  

Gelinen daha doğrusu Cumhurbaşkanı’nın ve Ak Parti’nin ülkeyi getirdiği noktanın geleceğe dair ima ettiği yine iki mesele var. Birincisi toplum Başkanlığa, tek adamlığa razı edilmek isteniyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana Merkez Bankası ile faiz tartışması, MİT Müsteşarının adaylığı, hükümetin açıkladığı paketlere itiraz, Dolmabahçe mutabakatının yok sayılması gibi tartışmaları hatırlarsak, sistemin tıkandığı ve Başkanlık sistemine geçilmesi gerektiği savunuluyordu. Şimdi hükümet bile çıkaramayan bir Meclis karşısında Başkanlık sisteminin kaçınılmazlığı bir kez daha vurgulanıyor.

İkinci mesele ise vatandaş Başkanlığa razı edilirken, çoğunlukçu karar süreçlerinin ne denli işi zorlaştırıcı olduğu, merkeziyetçiliğin güçlendirilmesi gerektiği gösteriliyor.

Nitekim yaşanmakta olan çözüm sürecinin bitişi noktasında da Suriye’deki operasyonlara Batı güçleriyle beraber dahil oluş meselesinde de kararların Cumhurbaşkanı dahil güvenlik bürokrasisi tarafından alındığı görülüyor. Savaş konuşulan bir durumda bile ne Meclis’in ne de hükümetin yeterince bilgisi var.

Şimdi bir seçim hükümeti kurulacak. Seçim hükümeti, seçim sürecini ve savaşı yönetmek gibi bir durumla karşı karşıya kalacak. Ve muhtemelen yasaların, hukukun tüm istisnai maddelerin verdiği imkanlar kullanılarak bu süreci fiilen Cumhurbaşkanı ve güvenlik bürokrasisi yönetecek.  Kısaca Cumhurbaşkanı 7 Haziran ile yeni seçim arasındaki yaklaşık 180 günü fiilen yönetmiş olacak.

Sonrasında ne olacağını, tekrar seçimi nelerin, hangi dinamiklerin etkileyeceğini bir dahaki yazıda konuşalım.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"