04 Mart 2014

Seçmen değil insan - 2

Seçmen kimdir? Genellikle okur, izleyici, müşteri, tüketici gibi birey üzerinden açıklamalar üretiyoruz.

Seçmen kimdir? Genellikle okur, izleyici, müşteri, tüketici gibi birey üzerinden açıklamalar üretiyoruz. Bireylerin davranışlarını ve tercihlerini açıklamaya yönelik birçok model var kullanılan. Örneğin en yaygın kullanılanlardan birisi sosyoekonomik statü (SES) dediğimiz, özellikle televizyonların rating tartışmalarında sıkça kulağımıza çalınmış olan A-B-C gibi kümelemeler. Esas itibariyle bu model eğitim ve gelir gibi somut, ölçülebilir demografik özelliklerden yola çıkılarak bireyi kümelemeye ve davranışları açıklamaya çalışıyor. Modelden de anlaşılabileceği gibi eğitim ve gelir seviyesi yükselen ve kentli hayat pratiklerinin içine gelen bireylerin tüketim, izleme, okuma, alış veriş tercihlerinde bu yükselişe bağlı olarak değişiklik olacağı varsayımına dayanıyor.

Bir başka model, bireyleri, değerleri yani iyi-doğru-güzel tanımları ve referansları üzerinden kümeliyor. Muhafazakar-yenilikçi, tutucu-özgürlükçü, otoriter-demokrat gibi değer eksenleri üzerinden bakılarak, bireylerin gündelik hayat pratiklerinde değerlerine, doğru bildiklerine uygun tercihlerde bulunacakları ve davranacakları varsayılıyor.

Bu ve benzeri “birey” temelli modeller ve açıklamaların geçerli olduğu durumlar olsa da bence artık bu modeller bugünün bireyinin tercihlerini açıklamaya yetmiyor. Bu modeller sanayi toplumunun sosyolojisine uygun açıklamalar. Bugünün hızlı-karmaşık-belirsizlik esaslı-çok boyutlu-çok aktörlü gündelik hayatının içindeki bireyi açıklamak için bu modeller yetersiz kalıyor. Örneğin eğitim seviyesi ülkedeki kadın meselesine bakışta ve gündelik pratiklerde çok da fark üretmiyor. Bir başka örnek değerler ile gündelik pratikler arasındaki fark giderek açılıyor. Yaptıklarımızla doğru bildiklerimiz arasındaki açıklık büyüyor.

Bugünün bireyi yalnızca eğitimi, geliri veya doğru bildikleri üzerinden tercih ve davranış geliştirmiyor. Bugünün bireyi bir bakıma “zihin-gönül-beden-çevre” bileşkesinde bir davranış geliştiriyor. Yani öğrendikleri ve bildikleri ya da geliri kadar duyguları-korkuları-algıları-beklentileri-inançları-kökenleri-aidiyetleri-sosyal çevresi gibi daha karmaşık etkiler altındaki bir süreç sonucunda tercihler oluşuyor. Gündelik pratiklerde her gün verdiğimiz binlerce kararın yalnızca yüzde onu bilinçli muhakemelerle gelişirken, yüzde doksanı bu karmaşıklığı barındıran bilinçaltı süreçlerle oluşuyor.

Kısaca söylersek yalnızca bir partiye oyu ile “seçmen” olarak adlandırdığımız bireyler “insan”. Bu nedenle seçim, siyasi tercih denilen şey insana dair bir hikaye. Ve o hikaye, bu nedenle yalnızca bir kasetle, bir sloganla, kapıya gelen bir çuval kömürle açıklanamıyor.

Karmaşık bir süreç sonunda oluşan siyasi tercihleri ve seçim günündeki parti seçimini anlamak ve açıklamak için yeni modellere ihtiyacımız var.

 

Seçmen davranış taktiği 3-5-2

 

Futbolda sayılarla ifade edilen taktik varyasyonları hepimiz biliriz. Ben de kendisi de araştırmacı olan sevgili Vural Çakır’ın benzetmesini kullanarak açıklayacağım. Her ne kadar Vural Çakır ile taktik seçiminde çok temel farklılıklarımız olsa da bu benzetme anlatım kolaylığı açısından yararlı. Ve açıklamaya yine futbol terminolojisinden devam edeyim. Savunma: Hanenin dirliği-düzenliği ve güvenliğinden oluşuyor. Orta saha değerler, gündelik hayat pratikleri yani hayat tarzı ve aidiyetlerden oluşuyor. İleri ikili ise algı ve beklentiler. Bu taktik diliyle ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.

Bireylerin temel tercih ve davranışlarının temelindeki en önemli unsur kendisinin ve hanesinin geçimi. Geçim dediğimizde ilk unsur gelir-gider dengesi. Bu ülkedeki hanelerin yalnızca dörtte birinde gelir, giderinden fazla veriyor yani dörtte bir hane tasarruf edebiliyor. Bu tasarruf edebilen hane oranı tasarruf tutarı değil. Dörtte iki hanede gelir giderine denk ve bu hanelerde hayat yok veya var olarak çalışıyor. Eğer hanenin işi varsa maaş, emekli maaşı veya kira geliri gibi 30 gün sonra gelecek olan gelir var ve tutarı belli ise hayat var. Gelir yoksa hayat da yok. Giderler gelire göre ayarlanıyor. Bu hanelerin işi ve geliri güvence de ise ülke ekonomisi yüzde 10 büyümüş veya küçülmüş doğrudan etkilenmiyor. Temel etkilenilen şey kurların ya da cari açığın artışı değil işsizliğin artışı. Geri kalan dörtte bir hane de ise gelir giderin altında. Bu hanelerin yarısı aile dayanışma ve yardımlaşmalarıyla hayatını sürdürüyor. Diğer yarısı da devletin ve yerel yönetimlerin sosyal yardımlarıyla. Dolayısıyla bu ülkedeki 19 milyon dolayındaki hanelerin dörtte üçü için hayat meşakkatli ve zorlu geçiyor. Doğal olarak da bu geçim seviyesi ve zorluklar hayatındaki gerek gündelik pratikleri gerekse de siyasi seçimleri doğrudan etkiliyor. Kısaca geçim durumuna futbol jargonuyla kaleci diyebiliriz.

Savunma hattındaki ikinci ve üçüncü belirleyici unsur ailenin çocukları için eğitim ve tüm hane fertleri için sağlık hizmetlerine ulaşabilme ve edinebilme durumları. Çocukların eğitim ihtiyacı ve sağlık hizmetlerine olan ihtiyacı hanenin gelecek umudunu “var” eden en önemli unsurlar. Hala, hanelerin üçte ikisi için gelecekte daha iyi hayata ulaşma arzusunun taşıyıcısı çocuklar. 

Savunma hattındaki dördüncü unsur güvenlik ihtiyacı. Bireyler güvenlik ihtiyacını kendi hayatında elbette can güvenliği ve asayiş, kendisini güvende hissetme olarak görüyor. Ama asıl ülke hayatı üzerinden yine kendi bireysel hayatını doğrudan etkileyeceği düşünülen ekonomik, siyasi ya da savaş gibi olası krizlere karşı kendisini savunmasız hissediyor. Kahramanlıklardan, milli takımın maç kazanmasından, Başbakan’ın “one minute” çıkışından gururlanıyor ama “çıkarın ceketleri, dövüşeceğiz” denmesi olasılığından da ölesiye korkuyor. Ya da “ekonomik kriz yayılır ve işsiz kalırsam” korkusundan titriyor. Gençlere bile “mutlu olarak çalışacağı iş nedir” sorusu sorulunca yarısı “iş güvencesi” diyor.

Savunma hattındaki geçim-eğitim ihtiyacı-sağlık hizmetleri ihtiyacı-güvenlik ihtiyacı olarak saydığım bu dört unsur bireylerin tercih ve davranışlarının en temel belirleyicisi. Bir başka deyişle hayatın bazı. Bireyler ve haneler bu dört unsurda kendisini rahatta ve güvende hissetmediği sürece başka şeylerin önemi yok denecek kadar azalıyor. Ya da yine futbol jargonuyla söyleyelim, savunmadan top çıkaramadıkça orta sahada oyun kuramıyor. Hayatın baskısına mahkum, sürekli savunmadaki oyun devam ediyor.

 

Orta sahada hayat tarzları ve değerler

 

Orta sahadaki beşli, hayat tarzı- değerler-eğitim seviyesi-kültürel aidiyetler-siyasi ideolojiden oluşuyor.

Hayat tarzı gündelik hayat pratiklerindeki yapıp, ettiklerimiz. Yeme içme alışkanlık ve tercihlerimizden, kılık-kıyafete, tatil anlayışımızdan alış veriş alışkanlık ve tercihlerimize. Elbette gündelik hayat pratiklerinin gelirimizle de doğrudan bağlantısı olsa da gelirden bağımsız olarak gelişiyor çoğu zaman. Gelir kadar alışkanlıklarımızın, aileden öğrendiklerimizin, zevk ve keyif tanımlarımızın, yaşadığımız yerin kır-kent-metropol oluşunun da etkileri var.

Değerler iyi-doğru-güzel olarak tanımladıklarımız ve bu kabullerin referansları. Bazılarımızın dini inancı, bazılarımızın gelenekler, bazılarımızın hukuk, bazılarımızın evrensel standartlar gibi farklılıklar olduğu gibi aynı kişinin farklı konulardaki değerlerinin referansları farklı. Fakat günümüzün hızlı ve karmaşık gündelik hayatında değerler ile gündelik pratikler arasındaki açıklığın da büyümekte olduğunu söylemeliyiz. Yani doğru bildiklerimizle yaptıklarımız arasındaki farklılaşma giderek büyüyor. İkincisi hayat pratiklerimiz gelire, eğitime, yaşanılan yere bağlı olarak görece daha hızlı değişiyor. Buna karşılık değerlerimizin değişmesi çok daha uzun sürüyor. En iyi örnek kadın meselesi. Göçle kentlere ve metropollere geldikçe kadının gündelik hayattaki rolü değişiyor, örneğin çalışmaya başlıyor ama kadına bakış aynı hızla değişmiyor. Hatta son yıllarda hızlı değişimlere karşı değerlere tutunmak, değerlerin değişimine direnmek gibi başka bir tavır da gelişiyor.

Orta sahadaki üçüncü unsur kültürel aidiyetlerimiz. Etnik kökenimiz, din ve mezhebimiz, dindarlık seviyemiz gibi aidiyetler temel belirleyicilerden. Ve bunlar kadar önemli olan aidiyet “aile”. Ülkede sanayi toplumu sosyolojisiyle bireyselleşmiş denilebilecekler, yani hayatı kendi istek ve arzularına göre kuranlar beşte bir oranında. Toplumun beşte dördü için en temel aidiyet aile.

Dördüncü unsur eğitim ve bilgi/bilinç seviyesi. Beşinci unsur ise siyasi ideolojimiz. 

Yarın: Seçmen değil insan (3)

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"