15 Nisan 2013

Seçim sistemi üzerine

12 Eylül darbesi ve anayasasıyla devlet ve sistem yeniden düzenlendi. Bu yenilenmiş düzenin en büyük müdahalelerinden birisi siyaset alanı oldu

12 Eylül darbesi ve anayasasıyla devlet ve sistem yeniden düzenlendi. Bu yenilenmiş düzenin en büyük müdahalelerinden birisi siyaset alanı oldu, seçim sisteminden siyasi partiler yasasına, dernekler, sendikalar yasalarından, toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına kadar.

Seçim sisteminin özü “temsilde adalete” göre değil “istikrara” göre tasarlandı. İstikrarı zihniyette değil matematik formüllerde aramanın sonucu olarak da yüzde on gibi yüksek bir baraj uygulaması başlatıldı. Otuz yılın deneyiminden sonra bu sistemin üç temel sonucu oluştu. Birincisi hedeflenen istikrarın illaki böyle matematik formüllerden çıkmayacağı görüldü, 1991 ile 2002 arası koalisyonlar dönemi oldu. İkincisi daha uzun vadede siyasette çoğulculuk yok oldu çünkü sistem çoğunlukçuluğu esas almıştı. Üçüncüsü Kürtler meşru siyasi zeminde temsilcisiz bırakılmıştı ama son iki seçimde Kürtler bağımsız adaylar yoluyla Meclis’e girmeyi başardı. Kısaca baştan hedeflenenlerin büyük kısmına ulaşılamamış oldu.  

Şimdi bir yandan yeni anayasa çalışmaları öte yandan Kürt meselesinde çözüm süreci siyasetin de demokratikleştirilmesi yönündeki tartışmaları gündeme getiriyor nihayet.

Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu’nun Taraf gazetesinde Neşe Düzel’e verdiği röportajda bu tartışmaları güçlendirecek gibi görünüyor. Soylu’nun açıklamalarına göre hem seçim barajının düşürülmesi hem de seçim sisteminin daha kökten değiştirilmesi iktidar partisinin mutfağında tartışılıyor.

Aşağıdaki grafikte bu sistemin üç seçiminin sonucunda oluşan partilerin oy oranları, TBMM’de temsil edilen oy toplamı içinde partilerin oluşan yüzdeleri ve milletvekili sayısı içinde partilerin milletvekili yüzdeleri var.

2002 Seçimlerinde Ak Parti yüzde 34,3 ve CHP yüzde 19,4 oranında oy aldı. Diğerleri baraj nedeniyle Meclis dışında kalınca, Meclis’te temsil edilen oy toplamı yüzde 53,7’de kaldı. Yani seçmenin neredeyse yarıya yakını Meclis’te temsil edilmiyordu. Temsil edilen oylar toplamı içinde Ak Parti yüzde 62,7 ve CHP yüzde 35,5 oranına geliyordu. Milletvekili dağılımına bakıldığında ise Ak Parti Meclis’teki milletvekillerinin yüzde 66’sına CHP ise 32,4’üne sahipti. Kısaca Ak Parti toplam oy veren seçmenin üçte birinin oyu ile milletvekillerinin üçte ikisine sahip olmuştu.

2007 Seçimlerinde hem MHP barajı aştı hem de DTP bağımsız adaylar yoluyla sisteme sızmayı başardı. Ak Parti oy veren seçmenin yüzde 46,6’sının oyu ile, Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 53,6’sına ve milletvekillerinin yüzde 62’sine sahip oldu. CHP oy veren seçmenin yüzde 20,9’unun oyu ile, Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 24’üne ve milletvekillerinin yüzde 20,4’üne sahip oldu. MHP ise oy veren seçmenin yüzde 14,3’ünün oyu ile Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 16,4’üne ve milletvekillerinin yüzde 12,9’una sahip oldu.

2011 Seçimleri Meclis’te temsil edilen seçmenin en yükseğe ulaştığı seçim oldu. Seçmenin yüzde 95,5’inin oy verdiği parti ve adaylar Meclis’te. Ak Parti oy veren seçmenin yüzde 49,9’unun oyu ile Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 52,3’üne ve milletvekillerinin yüzde 59,3’üne sahip oldu. CHP oy veren seçmenin yüzde 25,9’unun oyu ile Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 27,2’sinin ve milletvekillerinin yüzde 24,5’ine sahip oldu. MHP ise oy veren seçmenin yüzde 13’ünün oyu ile Meclis’te oyu temsil edilen seçmenlerin yüzde 13,6’sına ve milletvekillerinin yüzde 9,6’sına sahip oldu.

Okurken bile sıkıldınız ama gördüğünüz gibi var olan sistemin yalnızca baraj oranı değil her tarafı adaletsizlik üretiyor. Soru, sistemi nasıl değiştirmemiz gerektiği? Şimdi enine, boyuna tartışma zamanı.

\

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"