30 Mayıs 2011

Seçim mi var?

Seçimlere 13 gün kaldı. Oldukça gergin bir seçim süreci geçiriyoruz. Liderlerin...


Seçimlere 13 gün kaldı. Oldukça gergin bir seçim süreci geçiriyoruz. Liderlerin dili giderek manevi şiddet dolu bir dile döndü. Denilebilir ki “her seçim sürecinde böyle sert tartışmalar oldu”. Ama bu kez daha farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu seçim süreci siyasal ve toplumsal kutuplaşmayı çoğaltıyor. Daha kalıcı bir kutuplaşma süreci çoğaltılarak seçim kampanyaları sürdürülüyor.
Asıl önemlisi kampanya yürütücüleri olan partiler ve onların dışındaki tüm toplumsal ve siyasal aktörlerde de 12 Haziran seçimlerinin sonuçları hakkında çok büyük radikal değişiklik beklentileri yok. Bir bakıma 13 Haziran siyasal tablosundaki rol dağılımı belli. 
Fakat aynı zamanda bu seçimler yeni toplumsal uzlaşmayı, yeni anayasayı ve Kürt meselesinin konuşmak, tartışmak zorunluluğu olan bir parlamentoyu oluşturacak. Bu nedenle de çekişme iktidar-muhalefet rolleri üzerine değil, 13 Haziran’da oluşacak parlamento tablosunun kritik olacak olan bazı sayıları ve güç dağılımı üzerine. 
Tüm çekişme Ak Parti’nin 330 milletvekilini aşması veya aşamaması üzerine. Dolayısıyla da Ak Parti ve karşı blok tanımlaması ve çekişmesi yanlış değil. 
Her iki tarafta bu yolda hemen her türlü yöntem ve söylemi meşru ve gerekli görüyor. Bu donmuş, durağan halden memnun olmayanlar 330 sayısının altını veya üstünü hedefleyenler de ancak olağan dışı hamlelerle bu durağanlığı bozabileceklerini düşünüyorlar. Kendilerine vehmettikleri güce bağlı olarak yapacakları hamlelerin olağan dışı olması gerektiğine inanıyorlar. Sade söylemler, eleştiriler veya vaatlerle bu tablonun bozulamayacağını düşünen legal veya illegal aktörler, meşru veya gayrimeşru her türlü yolu kullanmaya çabalıyorlar. 
Bakın tüm liderler mitinglerde kendi beyannamelerinden, kendi vaatlerinden bahsetmek yerine karşıdakine negatif mesaj yüklü bir söylem içindeler. 
MHP kasetleri, Kastamonu ve Etiler saldırıları hep böylesi arayışların ve siyasete müdahalenin şiddet yöntemleri olarak önümüzde duruyor. Bu açıdan bakınca kalan 13 günde daha da çarpıcı, sansasyonel hamleler beklenebilir.

Seçmen kör ve sağır

Buna karşılık seçmen tüm bu olan bitenden nasıl etkileniyor? Kanaatim, bu etkilenmenin yok denecek kadar düşük olduğu. Seçmen kör ve sağır! Seçmen bilerek, isteyerek gözünü ve kulağını kapadı sanki her şeye.  
Çünkü bu seçimde partilerin tercih ettikleri kampanya temaları ve gündemi ile seçmenin gündemi farklı. 2002 seçimlerinde seçmen var olan siyasi aktörleri tasfiye etti. 2007 seçiminde seçmenin tercihleri ekonomik algı ve beklentilerle biçimlendi.
Fakat bu seçimde seçmenin beklentisi toplumsal huzur ve barış ile değişimin hukukunun üretilmesiydi. Ne yazık ki tüm partiler seçmenin gündemi yerine kendi gündemlerini oluşturmaya çalışıyorlar. 
Seçmen de kurulmuş, eğlencelik bir gösteri olarak izliyor kampanyaları. Siyasi tercihlerde özel değişiklikler ve oynamalar olmuyor, olamıyor. Seçmenin siyasi tercihleri ocak ayında ya da seçim sürecinin başında mart ayında nerede ve nasıl idiyse şimdi de hala aynı yerde ve biçimde sürüyor gibi görülüyor. Sokaklarda bir seçim heyecanının gözlenmiyor oluşu da bu sebepten. Partilerin tabanlarında bile bir heyecan ve tutkunun gözlenmiyor oluşu da bu sebepten.   
Her bir medya organında yazılan, çizilen, söylenenler, bu kadar seçim özel programlarına karşın ne ratinglerde ne de tirajlarda oynama olmaması da aynı sebepten.
Bu durum da olağan dışı hamleler ile seçime müdahale gücünü kendinde görenleri cesaretlendiriyor.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"