Referandum okumaları – 4
Dünkü bölümde kullandığımız bir varsayımla ilerleyelim. Varsayım şu: referandumdaki tercihlerin tamamı doğrudan parti tercihlerine göre şekillenseydi ne olurdu? Yani AK Parti, SP ve BBP seçmenleri blok halinde “evet” oyu veriyor, CHP. MHP, DP, DSP seçmenleri blok halinde “hayır” oyu veriyor, BDP seçmenleri de blok halinde varsayımsal oy pusulasında yer alan boykot seçeneğine mühür basıyor olsalardı (geride kalan küçük partilerin oylarının da yarı yarıya evet ve hayır oyları arasında bölünerek) ne olurdu? 2007 Genel seçimlerindeki ve 2009 Yerel seçimlerindeki partilerin oy oranlarını kullanarak bu varsayımı rakamlara döktüğümüzde “evet” ve “hayır” oylarına dair bölgeler bazında hazırlanmış aşağıdaki iki tabloyu elde ediyoruz.
“Evet” oylarını bölgeler bazında analiz ettiğimizde 2007 genel seçim oy dağılımlarına göre pozisyon alışta, “evet” oyu oranı yüzde 54,6 iken 2009 yerel seçim oy dağılımına göre pozisyon alıştaki “evet” oy oranı yüzde 48,9 oluyor. Halbuki gerçekleşen yüzde 57,9 oranında “evet” oyu.
2007’ye kıyasla beklenen “evet” oyları Ankara’nın doğusundaki bölgelerde beklenenden fazla. 2009’a kıyasla ise artış oranları tüm bölgelerde görülüyor, Ankara’nın doğusundaki bölgelerde ise daha ciddi oranlarda artış var.
Aynı varsayımla hazırlanmış aşağıdaki tablodaki “hayır” oyları analizine bakıldığında, Ankara’nın doğusundaki bölgelerde “hayır” oy oranlarının potansiyelinin altında gerçekleşmiş olduğu görülüyor.
Bu tablolar siyasi tercihlerin 2007 genel seçim seviyelerine, tam partiler bazında değilse bile bloklar bazında döndüğünün ipuçlarını vermektedir.
MHP tabanı kayıyor mu? Tam bu noktada referandum dağılımları ve potansiyel “hayır” oylarındaki düşme galiba MHP tabanını Ak Parti’ye mi kaptırıyor sorusuna yol açıyor. Yukarıdaki varsayımsal evet/hayır oylarındaki gerçekleşen ile farklılıklar tabloları böyle bir olasılığı güçlü kılıyor. Fakat burada diğer KONDA Barometresi araştırmalar dizisindeki bir takım bulgularla bu tartışmayı besleyecek bazı verilere bakmak gerekiyor.
Hatırlatmak ihtiyacı duyduğum birinci bulgu, ülkede yaşanan siyasal kutuplaşmanın sonucu olarak, oy geçirgenliği CHP-MHP arasında Ak Parti-MHP arasında olduğundan daha yüksek. Yani MHP’de gözlenen düşüşün bir kısmının lider değişikliği sonrası CHP’ye doğru olduğunu söylemek mümkün. Nitekim Kılıçdaroğlu sonrası CHP oylarındaki artış Ak Parti’den değil MHP ve diğer bazı küçük partilerden kayışa paraleldi.
İkinci bulgumuz ise şu: Hayat tarzı araştırmalarımız sonrası biraz anlatım kolaylığı, biraz da sosyolojik açıklayıcılığı nedeniyle toplumu modernler, gelenekselci muhafazakarlar ve dini muhafazakarlar olarak üç küme şeklinde analiz etmek mümkün. Modernlerin bir kısmı bizim tanımlamamızla “endişeli modernler” bir kısmı da “muhafazakar modernler”. Hatırlatmak isterim ki biz bu tanımlamaları siyasi değil hayat tarzlarını anlatabilmek için kullanıyoruz. Ama yine de kümeler siyasi tercihler bakımından da ayrışıyor. Tahmin edileceği üzere MHP en yüksek oy oranına gelenekselci muhafazakarlar arasında ulaşıyor.
Temmuz KONDA Barometresi bulgularından bir tanesi, muhafazakar modernlerin yüzde 59’u anaya değişikliklerini demokratikleşme için bir adım olarak değerlendirirken, yüzde 41’i de sivil diktatörlüğe gidiş olarak görüyor ve muhafazakar modernlerin yüzde 61’i de referandumda “evet” oyu vereceğini söylüyordu. Bu gösteriyor ki, MHP’de her iki tarafa doğru kayış olduğundan söz etmek mümkündür.
Referandum tercihlerinde ekonominin etkisi var mı?
Seçmen davranışlarında ekonomik durum algısının önemli olduğu bilinir. Fakat bizim araştırmalarımız son üç yıldır şiddetlenerek sürmekte olan siyasal kutuplaşmanın sonucu olarak ekonomik durum algısıyla oluşan seçmen kümesinde azalma vardır. Referandum sonuçlarıyla bazı ekonomik verileri eşleyerek baktığımızda bu referandumda da sözünü ettiğimiz ilişkiye dair ipuçları gözlenmektedir.
Aşağıdaki birinci grafikte iller bazında referandumda “evet” oy oranları ile işsizlik oranları bir arada görülmektedir. “Evet” oy oranlarının en düşük olduğu Tunceli’den en yüksek olduğu Ağrı’ya doğru küçükten büyüğe bir sıralama yapılmıştır. Grafikte görüldüğü gibi “evet” oy oranının artışı ile işsizlik oranlarının artması veya düşmesi arasında bir paralellik veya eğri benzerliği yoktur.
İkinci grafik ise yine “evet” oy oranları ile illerin kişi başı gayri safi milli hasılaya dolar bazında katkıları eğrisi görülmektedir. Bu grafikte de gözlenen illerin ekonomik üretim güçleriyle referandum tercihleri arasında bir ilişki, paralellik görülmemektedir.
Bu iki grafiğin (ki benzerlerini çoğaltmak mümkündür) gösterdiği referandum tercileri arasında ilişki yoktur. Bu tespit önemli bir şeyi ima etmektedir: Yaşanmakta olan kutuplaşma seçmenlerin rasyonel ve ekonomik düşüncelerden yola çıkarak siyasi tercihlerini oluşturuyor oldukları tezi, bizim seçmenimiz için giderek zayıflamaktadır. Yani seçmenin tercihleri ile ekonomik durum algı ve beklentileri arasındaki ilişki giderek azalmaktadır. Elbette hiç yoktur demek de mümkün değildir fakat 2007 seçimlerindeki tercihleri ekonomik durum ile açıklamak mümkün iken önümüzdeki seçimlerde bu açıklayıcılığın oldukça zayıf olacağı beklenmelidir.