23 Şubat 2012

Öfke cüretkârlaşıyor

Haberleri görüntülü izledik. Elinde silahı ücretsiz benzin isteyen adam kendisini silah...

 

Haberleri görüntülü izledik. Elinde silahı ücretsiz benzin isteyen adam kendisini silah bırakmaya ikna etmeye çalışan komiseri vurmuş.  Flört teklifi reddedilen lise öğrencisi kızın da bindiği okul servisini tarayıp, iki lise öğrencisini vurmuş. Kredi kartı borcunu ödeyemeyen astsubay çocuklarını, eşini vurup intihar etmiş.

Bu haberlerin birçok benzerini üçüncü sayfa haberi olarak yıllardır gördüğümüzü düşünüp, ertesi gün unutabiliriz.

Öte yandan gündelik hayatın içinde biriken gerilimin alametleri olarak da okuyabiliriz. Etrafımızda gündelik hayatın ürettiği endişe ve şiddetin giderek toplumsal psikolojiyi ve toplumsal duyguları olumsuz yönde etkilemekte olduğunu düşünüyorum ben. Ve bu negatif duyguların toplumsal ve siyasal fay hatlarında enerji biriktirmekte olduğunu.

Elbette her olayın kahramanının kendince bir hikayesi ve gerekçesi var. Yetmiş dört milyon bireyin yetmiş dört milyon farklı sorunları, hikayeleri olduğu gibi. Bir de toplumsal bellek, toplumsal duygular ve toplumsal psikoloji var, o her bir bireyin ruh halinden oluşan. Bireylerin yaşadıkları ve duyguları üzerinden birikirken, oluşurken, dönüp bireyleri de etkileyen.  

Toplumsal psikolojide dört duygu ağırlıklı. Araştırmalarımızın bulguları olarak da sık sık önümüze çıkan bu duygular, değişim talebi, umut, korku ve öfke.

Değişime bilinçsel, davranışsal ve duygusal tepkilerin üçü de pozitif tarafta olduğu bir araştırmamızın bulgusu. Değişiklikler sinir bozucu olsa bile değişim gerekliliği ve bu değişime davranışlarıyla uyma arzusu toplumda güçlü. Kaldı ki adaletsizliğin, eşitsizliğin, kendi gibi var olamamanın yaygın olduğu bir toplumun değişimden yana olmaması da beklenemezdi.

Bir yandan da umut üretiyor o değişim talebinden. Umutla göç ediyor daha iyi bir hayat için. Umutla çocuklarını eğitmeye çalışıyor. Umutları ve değişim talebi çoğunlukla kendi üzerinden değil çocukları üzerinden çünkü.

Onda birinin hala hiçbir eğitim görmemiş, onda altısının lise altı eğitimli olduğu, ortalama eğitim süresi 7,8 yıl olan yani hala temel eğitimi tamamlayamamış toplum, onda dokuzunun bir meslek sahibi olmadığı, hukuka, sosyal güvenlik sistemine güveni olmayan bir toplum bizimkisi. Kısaca bireyselleşememiş, kendine güveni olmayan, bu nedenle de değişim talebi ve umudu yanı sıra riskten korkan, düzensever bir toplum.

Umudu çocuğunun ahlaklı ve geleneklerine bağlı yetişmesi ve çocuklarının daha iyi bir geleceği kendisi ve ataları için kurması.

Talep ve umutlarını sırtlayıp geldiği kent hayatı onu içine kolayca almıyor artık. Çocukları da umudunu güçlendiren, besleyen eğitime, daha iyi okullara ulaşamıyor bir yandan. Hem şehirler, hem şehirlerin yerleşikleri O’nu ötekileştiriyor. Kıyafetinden, modern diye tanımlanmış kalıpların içine denk düşmeyen davranışlarından, etnik kimliğinden, mezhebinden dolayı daha önceleri karşılaşmadığı yoğunlukta ötekileştirmeye, dışlanmaya ve manevi şiddete maruz kalıyor. Hem kendine güvensizliği hem ötekileştirme hem de gündelik hayatın ritminin ve karmaşıklığının ürettiği belirsizlikler içinde endişeleniyor. Endişeleri giderek korkulara dönüşüyor.

Yerleşikler ile yeni gelenler, eğitimliler ile eğitimsizler, o kimlikten olanlar ile öbür kimlikten olanlar karşılıklı korkuyor birbirlerinden.

Karşılıklı çoğaltılan korku ve ötekileştirme, siyasetin ve medyanın korkuları siyasileştirmesi sayesinde giderek yoğunlaşıyor ve manevi şiddete yöneliyor. Yüreklerde büyüyen korkuların ürettiği bilinçaltı saldırganlık önce dillere düşüyor manevi şiddet olarak. Bir yandan gettolaşarak, korktuklarından ayrışarak birbirine değmeyen hayatlar kuruluyor. Öte yandan da giderek korkular öfkeye dönüşüyor.

Gündelik hayatın içinde, trafikte, sokaklarda, işyerlerinde hemen her gün, her birimiz bu duyguların taşıyıcısı dillere, davranışlara tanık oluyoruz. Farkında olmadan aynı tarzı kullanarak farkında olmadan belki de.

Genel olarak siyaset ama daha özelinde Kürt meselesi, hayat tarzı kutuplaşmasına dönüşen siyasi kutuplaşma bu bireysel duyguları bir yandan toplumsallaştırıyor bir yandan da siyasallaştırıyor. 

Kimi elinde silah teklifini kabul etmeyen kızı vuruyor, eğitimci sıfat taşıyan öteki suça eğilimi olan bebeği DNA’larından tespit edip yok etmeyi öneriyor. Bakarsanız biri bireysel tepki, öbürü nefret söylemi kullanan ırkçı. Ama özünde aynı ruh hali.

Tüm bu duygusal karmaşa karşılıklı olarak, öteki, muhalif, karşıt olarak tanımlananlara karşı cüretkarlaşıyor ve saldırganlaşıyor. Eğer siyaset zemininde yeni bir “biz” duygusu üretemez, kadim sorunlarımızı çözme yolunda kalıcı adımlar atamaz isek bu fay hatları eninde sonunda kırılacak korkarım. 

Yazarın Diğer Yazıları

İktidarın yeni açılım süreci algı operasyonu mu? Hangi hedeflerden besleniyor?

İster içeriye dönük ister dışarıya dönük hedefle de olsa yeni bir açılım sürecinin kamuoyunun bir kısmının hayalini kurduğu kapsamda olmasını beklemek gerçekçi değil. Eğer Türkiye bu meseleyi çözmeyi gerçekten istiyorsa önceki iki açılımda nelerin eksik veya yanlış yapıldığını yeniden sakince değerlendirmek durumunda

Gezegenin ritmi değişti, sistemler tıkandı; toplumsal krizler yumağından nasıl kurtulacağız?

Askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler yumağı içindeyiz. Gezegenin ritmi değişti, kaynaklar tükeniyor, su ve gıda krizi büyüyor, iklim değişikliği, kuraklık, çevre kirliliği, sağlık krizleri bildiğimiz yaşam ve üretim düzenlerinde varoluşsal bir krize neden oluyor

Küresel bölüşüm kavgası derinleşiyor, sıcak savaşlara dönüşüyor

Şimdilik ABD karşısında Rusya ve İran’ın askeri gücü ve kapasitesi çok geride. AB ve Avrupa da şimdilik ABD’nin siyasal, ekonomik, teknolojik ve askeri egemenliğini kabullenmiş durumda

"
"