Başbakan’ın son üç gün içinde Kürt meselesine, Uludere’ye ve İç İşleri Bakanı’nın sözlerine, kürtaj-sezaryen-nüfus meselelerine dair söylediklerine bir arada bakılınca tablo biraz daha belirginleşiyor.
Başbakan, Kürtlerin iyi niyetli olmadıklarına inanıyor görünüyor. Başbakan, demokratların demokrasi talebinin de iyi niyetli olmadığına inanıyor. Başbakan, ülkeyi bölmek, yok etmek isteyenlerin olduğuna, üstelik bu bölücülerin hem sayıca hem de aktör çeşitliliği bakımından epeyce çok ve tehlikeli büyüklükte olduğuna inanıyor. Ya da çevresindekiler ve önüne konan raporlar O’nu buna inandırmış.
Ne olabilir bu kaygının sebebi dediğimde, Kürt meselesiyle kürtajı bir araya getiren, Başbakan’ın son üç günlük söylemlerinin ardında bir ortak nokta var sanki. O da nüfus meselesi!
Nüfus bilgileri yalnızca insan kitlelerine dair büyüklük ve demografik rakam yığınları gibi görünse de aynı zamanda sosyal gerçekliği de gösteriyor. Daha da ötesi sosyal gerçekliğin yeniden kurgulanmasında ve üretilmesinde de etkin bir araç.
Ulus devlet ve tek tipleştirilmiş yeni üst kimlik
Ulus devletlerin ve milliyetçi teorilerin ortak paydası tek tipleştirilmiş bir üst kolektif kimlik yaratmayı hedeflemeleriydi. Gerçek hayatta etnik veya inanç temelli veya başka kültürel kategorilerde çeşitlilik olduğuna göre yapılacak şey bu gerçekliğin yok sayılmasıydı. Tüm politikalar, eğitimden hukuka, kültürel çeşitliliğin bastırılması ve kolektif bir üst kimliğin inşası için kurgulandı. Ulus devlet öncesi toplumsal ve siyasal hayatta var olan kültürel çeşitliliğin ulus devletle beraber dışlanması, toplumun tek tipleştirilmesi süreci başladı.
Kayıtlar da bu tek tipleştirilmeye göre yeniden düzenlenmeye, daha doğrusu çeşitlilik yok sayılmaya ve kayıtlardan çıkarılmaya başlandı.
Nitekim Türkiye’de 1965 nüfus sayımına kadar ana dil sorusu sorulurken, sonraki sayımlarda Kürt kimliğine dair bilgiler kayıtlardan çıkarılmaya ve ana dil sorusu sorulmamaya başlandı. Bilmiyorum şu anda devlet, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere, tek tipleştirilmeye direnebilmiş, bugün hayatımızın her alanında ortaya çıkmış kültürel kimliklerin demografik bilgilerine ne kadar sahip.
Türkler ve Kürtler'de farklı demografik özellikler var
Galiba hala eldeki ve kamuya açık tek veri KONDA tarafından yapılan araştırmaların bulguları. Bir de nüfus sayımlarının bölgesel istatistiklerinden çıkarımları var.
Aşağıdaki tabloda bölge bazında resmi nüfus verileri kullanılarak Kürtlerin yoğun olduğu üç bölge ve diğer dokuz bölge nüfusları, bu nüfusların 20 yaş altı ve üstüne göre dağılımlarını görüyorsunuz.
Hemen anımsatayım, KONDA bulgularına göre Kürtlerin üçte iki bu üç bölgede, diğer üçte biri de ülkenin diğer bölgelerine yayılmış durumda.
Tablonun temel olarak gösterdiği, bölgenin, dolayısıyla Kürtlerin genç nüfus oranı ülkenin diğer yerlerine göre oldukça yüksek. Dokuz bölgede 20 yaş altı nüfus, toplam nüfusun yüzde 31’i iken, Kürtlerin ağırlıklı olduğu üç bölgede yüzde 46 oranında.
Doğurganlık oranlarına bakıldığında da 3 bölge ile diğer 9 bölge arasında oldukça önemli fark var.
|
Genel doğurganlık hızı (binde)
|
Toplam doğurganlık
(çocuk sayısı)
|
9 Bölge
|
62,4
|
1,8
|
3 Bölge
|
106,7
|
3,1
|
Türkiye
|
71,5
|
2,03
|
15-44 yaş grubunda bin kadın başına düşen doğum sayısını ifade eden “genel doğurganlık hızı” 9 bölgede binde 62,4 iken Kürtlerin yoğun olduğu 3 bölgede binde 106,7. Kadın başına çocuk sayısı 9 bölgede 1,8 iken, 3 bölgede 3,1 çocuktur.
2011 yılında Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı binde 13,5 olarak gerçekleşti. TUİK’in projeksiyonu 2020 yılı için nüfus artış hızının binde 9,2 ve 2025 yılı için binde 7,7 olacağıdır.
Genel kanaati doğrular şekilde bu rakamlar da gösteriyor ki, Kürtler Türklerden fazla oranda doğum ve daha hızlı oranda nüfus artışına sahipler.
TUİK’in projeksiyonuna göre 2025 yılında nüfusumuz 85 milyon 407 bin olacak. KONDA bulgularındaki etnik oranlarla bu projeksiyonu birleştirdiğimizde bugün 13,5 milyon olan Kürtler 17,6 milyon, 55 milyon olan Türkler 61 milyon olacak.
İşte Kürtlerin bu artış oranı ve rakamları ulus-devletçi ve milliyetçi zihniyette bir korku üretiyor ve bu korku giderek paranoyaya dönüşüyor. Bu paranoya da doğal bir dil değil, son haftalarda görülen dolaylı ama öfkeli bir dil üretiyor.
Halbuki sorun çok net! Farklı kimlikleri nüfus sayımlarından çıkarsak da, yok saysak da, yok edemiyorsunuz. Bundan sonra da yok edilemeyeceği açık. O zaman ortak yaşamın kurallarını sakince konuşmaktan başka yol var mı?