25 Şubat 2013

Lümpenleşme

Sinop’ta ve Samsun’da olanlar ne milliyetçi tepki ne de Türklerin onuru, gururu olarak görülebilir. Çünkü ikisi de değil

Sinop’ta ve Samsun’da olanlar ne milliyetçi tepki ne de Türklerin onuru, gururu olarak görülebilir. Çünkü ikisi de değil.

KONDA’nın milliyetçilik araştırması gösteriyor ki bu ülkedeki milliyetçilik ezberlerden ibaret. O nedenle kadın/erkek, genç/yaşlı, üniversite eğitimli/ ilkokul eğitimli hemen her kümede milliyetçi ezberler aynı yoğunlukta.

Parti tabanlarına göre bakıldığında da çok özel bir farklılaşma görülmüyor. Örneğin “bu ülke için kurşun atan da yiyen de şereflidir” lafına “doğru” diyenler MHP seçmeninin yüzde 72’si iken AK Parti seçmeninin yüzde 67’si, CHP seçmeninin de yüzde 67’si.

Türkiye’de yaşanan şey milliyetçiliğin yükselmesi değil lümpenleşmesidir. Fikrî zeminde milliyetçi fikriyatın yaygınlaşması değildir yaşanan. Milliyetçi ezberlerin duygularla, özellikle ötekileştirilenlere karşı öfkeyle kabarması, köpürmesidir. Duygulardan ve öfkeden beslendiği için de daha kolay manipüle edilebilir, provoke edilebilirdir.

Eğer bazılarının kastettiği gibi milliyetçiliğin yükselmesinden söz ediyor olsaydık bugün MHP’nin iktidar olmaya en azından ortaklığa doğru yürüyor olduğundan söz ederdik.

Milliyetçiliğin lümpenleşmesi yalnızca bize özgü bir durum da değil üstelik. Avrupa ülkelerinde şovenizm, ırkçılık ve yabancı düşmanlığını savunan partilerin yükselişi dikkat çekiyor.

 

Avrupa’da da ırkçı söylemler yükselişte

 

Fransa’da Marine Le Pen’in lideri olduğu göçmen düşmanı Ulusal Cephe, Yunanistan’da ırkçı “Altın Şafak”, Avusturya’da Avusturya Özgürlük Partisi ve Avusturya‘nın Geleceği İçin Birlik Partisi, Bulgaristan‘da “Ataka”, İsviçre’de aşırı sağcı İsviçre Halk Partisi, Belçika’da aşırı sağcıFlaman Menfaati Partisi, Danimarka’da İslam’ı terör dini olarak hedefe koyan Danimarka Halk Partisi, Norveç’te ırkçı İlerici Parti, Hollanda’da İslam düşmanı Özgürlük Partisi gibi partiler neredeyse iktidar ortağı olmaya yakınlar. Bazılarının oyu yüzde 28-30’lara ulaşmış durumda.

Bu partilerin söylemlerindeki ortak “düşman” göçmenler ve Müslümanlar. Ekonomik programlarından daha çok ırkçı ve nefret dolu söylemleri, ritüelleri ve siyaset tarzları onları aşırı sağcı yapıyor. Her ülkenin siyasetinin ve özellikle milliyetçi partilerinin ürettiği bir “öteki”“düşman”var. Tabanları bir ütopyadan değil ötekileştirilenlere karşı üretilen düşmanlık duygularından besleniyor.

Yıllardır çözülmeden, sıcak çatışmalarla süren Kürt meselesi toplumda hem ortak yaşam iradesini zayıflatıyor hem de Kürtlere karşı bir lümpenleşme dalgasını besliyor. Siyaset ve medya da kullandığı nefret söylemleriyle bu duruma katkı sağlıyor.

Bugün siyaset ve medya marifetiyle öyle bir algı oluşturuldu ki sanki barış demek Türklerin onurundan, gururundan, cebinden bir şey alıp Kürtlere vermek demek.

Eğer demokrasinin, refahın ve huzurun bir ölçüsü varsa, örneğin 100 birimse, Türkler 55-60 birimlik bir yerdeler, Kürtler 20 birimlik. Barış olunca Türkler ceplerindeki bu birimlerden bir kısmını Kürtlere vermeyecek. Aksine 55-60 birimine sahip oldukları demokrasi, refah ve huzuru 70 birime, 80 birime çıkartacak.

Kürtlerden esirgediklerimiz kendi hayatımızdan fedaya razı edildiklerimizdir

Çünkü bugün demokrasi ve refah yolunda önümüze çıkan ve çıkarılan engelleri sürdürülebilir yapan şey Kürt meselesinin varlığıdır. Kürt meselesi diye bir meselemiz olmasaydı örneğin Terörle Mücadele Kanunu diye bir kanun var olur, gizli tanık ifadesiyle bir genç kız müebbet hapse mahkûm edilebilir miydi? Fikir ve ifade özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün önündeki zihnî ve yasal engelleri besleyen şey Kürt meselesi değil midir?

Türklerin şunu anlaması lazım. Kürtlerden esirgediklerimiz aynı zamanda kendi hayatımızda fedaya razı olduklarımızdır. Kürtlerden esirgediklerimiz, kendi hayatımızda da vasata razı olmamıza yol açmaktadır. Kürtlerden esirgediklerimiz nedeniyle biz de kendi hayatımıza dair kararlara katılamıyoruz.

Acaba bir siyasetçi ya da ulusal veya yerel medya şu gerçekliği Sinoplular, Samsunlular ile paylaştı mı?

Ülkede 7,8 yıl olan ortalama eğitim yılı, Batı Karadeniz’de 7,7 yıl, Doğu Karadeniz’de 8,7 yıl,Güney Doğu Anadolu’da 5,8 yıl.

Ülkede yüzde 12 olan işsizlik, Batı Karadeniz’de yüzde 8, Doğu Karadeniz’de yüzde 12, Güney Doğu Anadolu’da yüzde 16.

Ülkede 300 lira ve altında gelirle yaşayanlar yüzde 4 iken Batı Karadeniz’de yüzde 5, Doğu Karadeniz’de yüzde 1, Güney Doğu Anadolu’da yüzde 10. Ülkede 301-700 lira gelirle yaşayanlar yüzde 22 iken Batı Karadeniz’de yüzde 22, Doğu Karadeniz’de yüzde 19, Güney Doğu Anadolu’da yüzde 33.

Sinop’ta, Samsun’da o gösterilere katılan gençler bu adaletsizlik sürsün mü istiyorlar yoksa kendi hayatlarının daha iyiye gitmesini mi?

 

 

(T24 / Taraf - 25 Şubat 2013)

Yazarın Diğer Yazıları

İktidarın yeni açılım süreci algı operasyonu mu? Hangi hedeflerden besleniyor?

İster içeriye dönük ister dışarıya dönük hedefle de olsa yeni bir açılım sürecinin kamuoyunun bir kısmının hayalini kurduğu kapsamda olmasını beklemek gerçekçi değil. Eğer Türkiye bu meseleyi çözmeyi gerçekten istiyorsa önceki iki açılımda nelerin eksik veya yanlış yapıldığını yeniden sakince değerlendirmek durumunda

Gezegenin ritmi değişti, sistemler tıkandı; toplumsal krizler yumağından nasıl kurtulacağız?

Askeri, siyasi, ekonomik ve toplumsal krizler yumağı içindeyiz. Gezegenin ritmi değişti, kaynaklar tükeniyor, su ve gıda krizi büyüyor, iklim değişikliği, kuraklık, çevre kirliliği, sağlık krizleri bildiğimiz yaşam ve üretim düzenlerinde varoluşsal bir krize neden oluyor

Küresel bölüşüm kavgası derinleşiyor, sıcak savaşlara dönüşüyor

Şimdilik ABD karşısında Rusya ve İran’ın askeri gücü ve kapasitesi çok geride. AB ve Avrupa da şimdilik ABD’nin siyasal, ekonomik, teknolojik ve askeri egemenliğini kabullenmiş durumda

"
"