Çözüm sürecinde dönüp, dolaştık yine aynı temel paradigmaya takıldık. Zaman, zaman yineliyorum, mehteran yürüyüşünün bu toprakları icadı olmasının bir nedeni olsa gerek. Kastettiğim son birkaç günün tartışmaları, süreç bitti mi gibi meseleler değil. Asıl geride çok temel bir zihniyet sorunu var.
Bu topraklarda yüzlerce yıllık devlet aklının geliştirdiği bir Kürt meselesine bakış ve bu bakışın ürettiği zihni sorunlar var. Ben burada detaya girmeyeceğim ama KONDA’nın yayınladığı “Kürt meselesinde algı ve beklentiler” raporunun (1) içinde Murat Somer’in yazdığı ufuk açıcı bir tarihsel analiz var. Devletin temel yaklaşımı Kürtleri bölerek yönetmek. Bir takım Kürt aşiret ve ağalara vergi ve istendiğinde asker gönderme karşılığı “devlet imkanlarına yakın, devletin gazabından ırak durmak” imtiyazı tanımak. Bu hep böyle gelmiş, modern zamanlarda da teşviklerle, koruculuk gibi yeni yöntemlerle sürdürülmüş.
Paradigma değişiklik ihtiyacının ortaya çıktığı noktalardan birisi de tam burası: Artık Kürtlere ve hatta dört ülkeye yayılmış Kürtlere bir bütün olarak bakmak gerekiyor. Biz hala PKK mı Barzani mi, PYD mi PKK mı, Türkiye’dekiler mi Suriye’dekiler mi arasında bocalıyoruz. İç politika açısından da dış politika açısından da bu ayrımlar üzerinden akıl yürütüyor, politika üretiyoruz. Barzani ile Diyarbakır meydanında şov yaparken, Kobani’dekileri PKK uzantısı mı Esat yandaşı mı diye etiketlemeye çalışıyoruz.
Yapmamız gereken devleti olmayan bu büyüklükteki dünyanın tek etnik kümesine bir bütün olarak bakabilmek. Aralarındaki siyasi çekişmelere taraf olmak yerine siyasi farklılıklarının ilişki ve diyalog üretebileceği bir zemin sunabilmek. Halbuki biz hem dört devletin sınırları arasında bölünmüşlüklerinden hem de siyasi farklıklaşmalarından medet umuyoruz.
Bu dört devletten birisi ya Kürtlerin de kendi devleti hissedebileceği bir forma dönecek ya da Kürtler parça, parça da olsa devletleşecek. Bu gerçekliğe göre tüm zihniyeti ve politikayı örmedikçe sorun sürecek.
İkinci paradigma değişikliği artık Kürt meselesinin küresel boyutunun da olduğu gerçeğini kabul etmek noktasında ortaya çıkıyor. Ne yazık ki geçirilen yıllar aynı zamanda kaçırılan yıllar oldu. Devlet ile Kürt yurttaş arasındaki gerilim doksanlı yıllardan itibaren toplumun da iç gerilimine dönüştü. Şimdi de üçüncü bir boyut olarak küresel sorun haline dönüştü. Artık tek başımıza Kürt meselesine dair geliştirilecek politikaların nereye kadar, neyi başaracağı kanımca sorunlu hale geldi.
Üçüncü paradigma değişikliği meseleyi hala iki boyutunda da eksik tanımlamak noktasında. İlki artık Kürt meselesi Kürtlere dair ve Kürtlerden ibaret bir mesele olmaktan çıktığını hala tam idrak edememek. İkincisi de meseleyi hala terör tanımı ve teröre çözüm üzerinden düşünmek.
Türkiye’nin demokratikleşmesinin, devletin ve yönetimin yeniden yapılandırılmasının önündeki anahtar Kürt meselesi. Ne bunun tam idrakindeyiz ne de yalnızca PKK ve terör meselesi olmadığının.
Dolayısıyla konuşmamız ve yönetmemiz gereken tek bir süreç ve katman yok. Çoğu zaman iç içe, bazen birbirine değen, bazen birbirinden farklı çoklu bir süreçten geçiyoruz. Çoklu sürecin gereği olarak da meselenin karmaşıklığı ve küresel dinamiklerin belirsizliği nedeniyle de çok aktörlü bir mesele karşımızdaki. Aktörler arasındaki farklılıklar, ortaklıklar, birbirini eksiltmeler, kimi zaman birbirini tamamlamalar üzerinden detaylara aklımızı ve politikalarımızı rehin vererek meselenin bütününü kaçırıyoruz. Böylesi çok aktörlü, çok boyutlu ve çoklu süreçleri olan bir meseleyi yönetmek ve sonuca ulaşmak içinse önce devlet aklında ve iktidarın aklında paradigma değişikliğine ihtiyaç var.
Bunu yapamadıkça da üretilen politikalar ve yürüyen tartışmalar yetmiyor. Ya da politikalar da tartışmalar da güncele sıkışıyor. Güncele sıkışmak, asıl zihniyet değişmesi gereken noktaları ıskalamak da yüzlerce yıllık devlet aklının bir kez daha baskın olması demek.