04 Haziran 2012

Kürtaj tartışmaları üzerine

Hayat tarzları araştırmasında kadının rolüne dair sorulan sorulardan bir tanesi kürtaj üzerine...

Uludere tartışmalarıyla eşleştirilmesi, uluslararası komploya bağlanması gibi kasıtlı ve beyhude çabaları dışarıda bırakırsak kürtaj tartışmaları bir bakıma yararlı da oldu. Çünkü bu ülkede hayat tarzı farklılıklarını ve bu farklılıkların bir arada yaşamasının değer ve kurallarını tartışmamız gerekliliğini bir kez daha açığa çıkardı.

Her şeyi o denli siyasileşti ki sakinleşip her hangi bir meselenin sosyolojik ve antropolojik nedenlerini, nereye doğru evrileceğini konuşamadan ve yeni bir mutabakat zemini oluşamadan hemen her şey siyasi münazaraya dönüşüyor. Meselelerimiz çok boyutlu, çok aktörlü ve karmaşık. O nedenle hemen siyasete bağlamak ve durulan siyasi noktadan ezberlerimizle şehvetli tartışmalar kolayımıza geliyor.

Kürtaj tartışması da öyle! Bu tartışmanın tek bir boyutu yok. Siyasi, bilimsel ve ahlaki boyutları var.

Siyasi çünkü nüfus üzerinden siyaset üretmek ne yeni ne de bizim siyasetçilerin ürettiği bir şey. Avrupa sağı “Müslümanlar geliyor, çoğalıyor” diyerek, Türkler “Kürtler daha fazla çoğalıyor” diyerek, elitler, beyaz Türkler “cahiller, köylüler çoğalıyor” diyerek uzun zamandır korku siyaseti üretiyordu zaten. Başbakan’ın meseleyi Uludere tartışmaları içinden dillendirmesi şimdi bu korkunun görünür ve cüretkarlaşması gibi yeni bir safhası.

Bilimsel çünkü kadın sağlığı, kadın psikolojisi ve toplum psikolojisi gibi boyutları var ama bu boyuttan bilimsel söylemleri kargaşadan duyan yok.

Ahlaki boyutu var ama ahlakı yalnızca kadın ve cinselliğe hapsetmiş bir siyaset dünyasında meselenin toplumsal boyutu da fazla konuşulamıyor.

Kürtajı tartışalım ama bu topraklardaki kadim sorunların başında gelen akraba evliliklerini, bu kadar çok özürlü çocuk doğumunun nedenlerini de konuşalım. Ve asıl ensesti konuşalım.

Aslında tüm bu tartışmaların düğüm noktası kadın meselesi. Bu ülkedeki en temel, en belirleyici mesele olarak önümüzde duruyor.  

Hayat tarzları araştırmasında kadının rolüne dair sorulan sorulardan bir tanesi kürtaj üzerine. “Kadınlar istiyorlarsa çocuk aldırabilirler, kürtaj yaptırabilirler” önermesine görüşülen kişilerin doğru mu yanlış mı şeklinde verdikleri cevapları aşağıdaki grafikte görüyorsunuz.

Toplumun yüzde 45’i “doğru”, yüzde 41’i “yanlış” ve yüzde 14’ü de “ne doğru ne yanlış” cevabı vermiş.

Grafikte farklı demografik ve toplumsal kümelenmelere göre kanaatlerdeki farklılaşmayı da görüyorsunuz.

Kadınlar erkeklerden daha fazla onay veriyor. Fakat yaş gruplarına göre belirgin bir farklılaşma görülmüyor. Buna karşılık farklılık kendisinin ve annesinin eğitim seviyelerinde net biçimde görülüyor. Eğitim seviyesi yükseldikçe kürtaja destek gözle görülür biçimde artıyor.

En yüksek destek CHP seçmeninde iken en düşük destek Ak Partri seçmeninde gözleniyor.

Hayat tarzlarına göre bakıldığında en yüksek destek modernlerdeyken, en düşük destek dindar muhafazakarlarda.

Sünnilere kıyasla Aleviler, Kürtlere kıyasla Türkler kürtaja daha yüksek oranda olur veriyor.

Başı açıklara göre önce başı kapalılar ama daha çok türbanlılar karşı çıkıyor. Dindarlık seviyesi yükseldikçe de kürtaja karşı çıkış artıyor.

Kırlar ve kentler paralel dururken metropollerde yaşayanlar daha fazla onay veriyor.

Tüm bunlar gösteriyor ki kürtajdan yana veya karşı olmak yalnızca dini referanslara bağlı değil. Dini referansın yanı sıra hayat tarzı, eğitim, gündelik yaşam pratikleri gibi bir çok faktöre bağlı olarak değişiyor. En dindar, sofu olarak adlandırılabilecek kesimde bile veya Ak Parti seçmeninde bile yüzde 30lar dolayında destek var.

Galiba yapılacak en doğru şey bir süre susmak ve bilim adamlarıyla kadınları dinlemek.

Çünkü böyle bir meselede vicdanıyla kadın arasına hiç kimse giremez, girmemeli…

\

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"