20 Aralık 2010

Kürt meselesi ve yönetim problemi

Sivil siyaset bugünlerde oldukça hareketli. Her gün, her yerde bir toplantı, sempozyum, panel ile...

Sivil siyaset bugünlerde oldukça hareketli. Her gün, her yerde bir toplantı, sempozyum, panel ile yeni anayasa ve Kürt meselesinin çözümüne dair toplantılar yapılıyor. Şimdiden yeni anayasa tartışmaları etrafında geçeceği belli olan 2011 seçim süreci için tüm yürekler, diller, kalemler, akıllar, fikirler, diyaloglar, ilişkiler alarma geçmiş durumda. 
Bildiğim kadarıyla Ak Parti bile bir çok sivil toplum kuruluşuyla temasta bulunarak fikri beslenme yolları arıyor. CHP’nin kendi iç meselelerinin yapılan kongre ertesinde bittiğini ve bu zengin sivil siyaset zeminlerinden fikri beslenme kanalları arayacağını, açacağını umalım. Her ne kadar henüz müzakere zeminlerinde var mı olacak, yoksa “yaparsam ben yaparım, yoksa yaptırmam” tarzına mı devam edecek açık bir işaret yoksa da henüz, ben iyi niyetli temennilerime devam edeyim.
Hafta sonu EDP (Eşitlik ve Demokrasi Partisi)’nin düzenlediği Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri sempozyumunun katılımcısıydım. Her şeyden önce EDP böylesi toplantılarda (diğer siyasi örgütlenmelerden farklı olarak) kendi propagandası yerine farklı görüşlerdeki siyasetçileri, sivil toplumcuları, akademisyenleri, bağımsız kişileri konuşturarak, tartıştırarak hem kendisini ve örgütünü “öğrenen örgüt” olması yönünde ileriye doğru taşıyor hem de dışındaki kaynakları da kullanarak fikri beslenmesini zenginleştiriyor. Bu kadarının bile siyasette yeni bir tarz ve üslup arayışı olarak tebrik edilesi bulduğumu söylemeliyim. 

Yerinden demokratik yönetim ve zamanın ruhu  

1992’den 1996’ya kadar benim de kurucusu ve katılımcısı olduğum bir grup insan bir araya gelip, kesintisiz olarak haftada iki kez toplanarak, her bir toplantıda 4 saat çalışarak, tartışarak; siyasetçilerden, bilim adamlarından, bürokrasinin yöneticilerinden, uzmanlardan dinleyerek, öğrenerek bir program geliştirmişti: Demokratik Cumhuriyet Programı / Türkiye İçin Yenileşme ve Değişme Politikaları”. 1995’te bu programın ilk versiyonu kamuoyuna sunulmuş, 96’da “Yeni Anayasa” ve içeriği de geliştirilerek tekrar yayınlanmıştı. 
Bu grup bugün artık yok. Katılımcılarının bir kısmı fikri olarak daha ileriye, bir kısmı (bence) geriye doğru evrilerek siyaset yapıyor, bir kısmı kendi dünyalarında hayata devam ediyor.
Demokratik Cumhuriyet Programı’nın en özgün önerilerinden birisi “yerinden demokratik yönetim” önerisiydi. Bildiğim kadarıyla da Kürt meselesindeki terör ve şiddetin en tepeye yükseldiği o yıllarda bu meselenin yönetim boyutuna da dikkat çeken bir girişimdi. Şimdi, on dört-on beş yıl sonra dönüp baktığımda Kürt meselesine dair hala o program kadar kapsamlı, içeriği doldurulmuş, bütüncül ve demokratik bir proje yok. Ama o yıllarda bu program, siyasetçilere yeterince anlatılamadı, kendisi siyasileşemedi ve kenarda kaldı.  Belki de zaman şimdi. 
İlk kez Kürtler ve Türkler meselenin yönetim boyutunu da düşünerek, dikkate alarak konuşmaya başladılar. 

Anayasa için üç ilkesel öneri    

Önümüzdeki seçimler yeni anayasa tartışmaları etrafında geçeceğine göre, demokratların her zeminde ve siyasi yapı içinde savunacakları demokrat ilkeleri de netleştirmeleri gerekiyor. Buradan yola çıkarak sempozyumda da önerdiğim savunulası üç ilkeyi burada not etmek istiyorum. Gelecek yazıda da bu ilkelerin ardındaki felsefeyi, yaklaşımı ve modeli yazmaya çalışacağım. 
Anayasanın başlangıç bölümünde ya da değişmez denilen maddeler arasında şu cümle mutlaka olmalıdır: “Vatandaşın beyanına itibar edilir.”

İkincisi, herkesin mahalle, ilçe, il, bölge meclisleri yoluyla kendi hayatına ve yalnızca kendini ilgilendiren kararlara katılabilmesi için yeni yönetim düzenini temel başlangıç ilkesi: “Yasama yetkisi TBMM ve yerel birim meclislerinindir.” 

Üçüncüsü, adaletsizlikleri gidermek, eşitlik ve adaleti sağlamak için, kaynak kullanımında genel pozitif ayrımcılık ilkesi: “Dezavantajlı durumda olan, ülke ortalamasının gerisinde kalmış olan bölgelere, kesimlere, sektörlere merkezi bütçeden kaynak aktarımı yapılır.”

Bu üç sade ilkede anlaşma sağlayabilirsek, detay gerekleri üzerinde konuşmak, anlaşmak ve geliştirmek daha kolay olacaktır. Fakat şimdilik bu üç ilke etrafında çoğalmak demokrasi taleplerinde kapsayıcılık sağlayacaktır.
Dediğim gibi, gelecek yazıda bu üç ilkenin ardındaki bakışı ve önerilen modeli yazmaya çalışacağım.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"