14 Mayıs 2012

Kupanın verilmesini Başbakan sağlamış!

Futbolun yalnızca bir oyun olmadığını bir kez daha anladık. Futbol insana ve hayata dair her şeyin yeşil çimler üzerinde görülebildiği bir alan...

Futbolun yalnızca bir oyun olmadığını bir kez daha anladık. Futbol insana ve hayata dair her şeyin yeşil çimler üzerinde görülebildiği bir alan. O nedenle bu denli ilgi çekiyor.

Yine futbol, bizim ülkemizde tüm kutuplaşmaların, gerilimlerin, siyasi ve toplumsal kesimlerin, kümelerin ortak keseni ve bu farklılaşmaların yeniden biçimlendiği bir alan. Konu futbola dair bir tartışma ise Türk-Kürt, Sünni-Alevi, ilerici-gerici, laikçi-dindar, solcu-sağcı, demokrat-otoriter, genç-yaşlı, köylü-kentli, kadın-erkek tüm farklılıklar, çatışmalar, ittifaklar ve düşmanlıklar yeniden kuruluyor. En azından zihin haritalarında ve zımnen de olsa.

Son bir yılın şike davası ve etrafında gelişen tartışmalara bakın, ülkedeki yakıcı tüm gerilimlerin farklı yönlerinde bulunanların nasıl “biraradalıklar” ürettiklerini de görürsünüz.

Her konuda değişimden ya da hukuktan yana olduğunu iddia edenlerin, kayıt dışı paranın bu denli yoğun ve aleni olduğu, ahlak ve kural dışı yönetim gücünün bu denli görünür ve cüretkâr olduğu bu futbol dünyasında nasıl pozisyon aldıklarına bir bakın.

Futbol sektöründeki kayıt dışılık ile siyasetin finansmanı arasında ilişki var mı?

Kimse bu kayıt dışı paralarla siyasetin finansmanı ilişkisini, bu hukuk dışı yönetim gücüyle siyaset ilişkisini konuşmuyor, sorgulamıyor. Mesele tuttuğu takım taraftarlığına indirgenmiş durumda.

Cumartesi akşamı bu sürecin üzerine son tüy de dikildi.

1 Mayıs’ta yüz binlerce insana göz açtırmamak için her şeyi yapabilen valilik ve emniyet bin adamı kontrol edemedi. Neler olduğunu, birkaç yüz serserinin, kışkırtıcının önünde polislerin nasıl araçlarını bırakıp kaçtıklarını da izledik.

Koca koca işadamlarından oluşan Fenerbahçe yönetim kurulu üyelerinin, “takım namusu” kavramlarının ve anlayışlarının, kendi statlarında Galatasaray bayrağıyla şampiyonluk kupası almasını engellemek kadar basit düzeyde olduğunu da gördük.

Bu kaotik ve suça batmış futbol ortamını yönetenlerin, bir adamın gazabından nasıl korktuklarını, ne denli yönetim becerisinden yoksun olduklarını da gördük.

Tüm bu adamlar bir kupa törenini bile yapmayı, yapabilecekleri ortamı sağlayabilmeyi becerememişler, Başbakan’ı aramışlar ve O’nun talimatıyla kupa Galatasaray’a verilebilmiş. Kale arkasındaki çimlerde, hiçbir izleyici olmadan ve karanlıkta. Tevatüre göre Galatasaraylı futbolcular bayrak da açmışlar ama yayıncı kuruluş o görüntüyü es geçmiş.

Yönetmesi gerekenler yönetemiyorsa

Bunları yazarken bile bu sürrealist durumdan bir kez daha sıkıldım. Başbakan kendisini arayan valinin, emniyet müdürünün istifasını istememiş. Federasyon ben burada neciyim dememiş, Başbakan’dan medet ummuş. 

Ak Parti yandaşları Başbakanın ne denli detaylara hakim ve güçlü olduğundan mutlu olmuş. Ak Parti karşıtları tam da başkanlık tartışmaları yapılırken kaygılarında, korkularında ne denli haklı olduklarına bir kez daha iman etmişler.

İşte bu durum da göstermektedir ki bu ülkenin yönetime dair tüm kurum ve kuralları ama asıl önemlisi yönetim zihniyeti değiştirilmeli, tersyüz edilmelidir.

Var olan sistem, devlet odaklı merkeziyetçi yönetim sistemidir. Kim vali gibi atanmış olursa olsun, kim belediye başkanı veya başbakan gibi seçilmiş olursa olsun, bu kurum ve kurallar devlet adına keyfiliği üretir. Yönetim sistematiği içindekilerden karakteri, iş yapış tarzı biraz daha güçlü olan diğerlerini ezeceği, hiyerarşiye bağlayacağı hukuki kuralları mevcuttur.

Bu yönetim düzeni ister mekansal olarak mahallelerden başlayarak, ister sektörel olarak futboldan, tiyatrodan, tarımdan veya enerji sektöründen başlayarak ters yüz edilmeden bu keyfilik bitmeyecektir.

Yönetim zihniyeti sorunlu ise fonksiyonları yeniden dağıtsanız ne olacak

Bu ise önce bir zihni kırılma gerektirir. Hali hazırdaki yönetim düzenini var eden zihniyetin üç saç ayağı var. Birincisi vatandaşa güvenmemek, vatandaşın kendine dair kararları alabilecek akıl ve fikirden yoksun olduğunu varsaymak. İkincisi vatandaşı ve toplumu devlete hizmet ödevleri olan insanlar olarak tanımlamak.  Üçüncüsü de üniter devlet olmak ile merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik tartışmasını birbirine karıştırmak. Sonra da ademi merkeziyetçiliği üniter devleti zayıflatacak ve yok edecek bir şey sanmak.

Bu zihni bariyerleri aşmadan gerçek bir yönetim reformu yapamayacağız. Şu günlerde yürüyen başkanlık tartışmasına bakın. Ne deniyor, yönetimde, yasama, yürütme ve yargı dengesinde yeni bir arayış gerekiyor. Yeni denge daha yukarıda başkanlık fonksiyonunda kurulsun. Yani ulus devletin yeni denge noktası başkanlık fonksiyonu olsun.

Ulus devletin ve yönetim fonksiyonunu yetkilerinin tümünü yukarıya doğru taşıyarak sorun çözülebilir mi? Bu yetkilerin bir kısmını aşağıya doğru yani yerellere doğru kaydırırsanız başkanlığa doğru kaydırdığınız güç dengelenebilir ancak. Ama yerellere de güç kaydırmak istemiyorsunuz. O zaman da var olan zihniyet, kurum ve kurallarla padişahlık kaçınılmaz hale gelir. Elinizdeki tek savunu da seçilecek başkanların en azından birincisinin “çok iyi niyetli olduğu ve ona güvenmek gerektiği” olur.

Tartışmanın boyutlarına bakarak futbolun hala yalnızca bir oyun olduğunu sanıyor musunuz?  Ya da bu zihniyet ve kurumlar dünyasında, bu kırattaki yöneticilerle nereye kadar ve ne yöne gidebileceğimizden emin misiniz?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"