17 Eylül 2012

Kayıp hedefli oyun

Bu oyun stratejisinde ıskaladıkları önemli bir mesele vardır. Siyaset ülkenin reel ekonomik, siyasi ve sosyal meseleleri üzerinde yapılır...

“Sizin oyun kuramınız dünyaya kazan-kazan kavramını armağan etti. Peki, herkesin kaybettiği bir oyun var mı?” sorusuna John Nash “Mümkün” diyor ve devam ediyor: “Herkes negatif oynarsa mümkün. Yani eğer her oyuncu kendi kazancından çok rakibin kaybına odaklanırsa mümkün.”

Oyun kuramı, oyuncuların her birinin başarısının ya da kazancının yalnızca kendi seçimlerine değil, diğerlerinin seçimlerine de dayalı olduğu stratejik durumların matematiksel modellemesine dayanır.

Diplomaside, siyasette ve yaşamın hemen her alanında hiçbir durumun “sıfır toplamlı olmadığını” biliyoruz. Sıfır toplamlı durum, birisinin kazancının toplamının diğerlerinin kaybettiklerinin toplamına denk olduğu durumlar demek. En basit örneği poker oyunundaki oyun sonunda ortaya çıkan durumdur. Kazanan oyuncunun kazandığı tutar diğerinin kaybı kadar olabilir.

Fakat yaşamdaki ve siyasetteki durumlar bu kadar basit değil. Yaşam herhangi bir ilişkide iki tarafın da kazandıkları durumlardan oluşuyor. Siyasetin müzakere, ikna ve uzlaşma süreçleri, iki tarafın da hem rekabet hem etkileşim içinde, kazançlarını en yükseğe çıkarmaları mantığına dayanıyor bir bakıma. Her bir tarafın ve oyunun sonundaki toplam kazancın en yükseğe çıkabilmesi ancak tarafların diğerinin karar ve hamlelerini dikkate alarak hareket etmelerine dayanır. Aynı zamanda her bir taraf diğerine göre hamle geliştirirken hem kendi kazancını hem de rakibinin kazancını yükseltmeyi hedefleyerek hareket etmelidir. Yani, iki taraf da akılcı olmalıdır.

İşte John Nash’in “kazan-kazan” kavramından kastettiği de budur. Fakat reel yaşamda ve reel siyasi zeminde, aktörler her an ve her zaman rakibi yok etme stratejisine kaymaya teşnedirler. Siyasi aktörlerin kafalarının arkasındaki seçim hesapları onların stratejilerini belirler her zaman. Seçimdeki oy toplamının sınırlı ve belirli oluşu, siyasetçilere doğru oyun stratejisini “kazan-kazan” üstüne değil, “sıfır toplamlı oyun” stratejisine göre kurmalarının daha doğru olduğu yanılsaması yaratır. 

Bu oyun stratejisinde ıskaladıkları önemli bir mesele vardır. Siyaset ülkenin reel ekonomik, siyasi ve sosyal meseleleri üzerinde yapılır. Ve siyaset yalnızca siyasi partiler arası rekabet ve oyun stratejilerine dayalı olmamalıdır.

Ne yazık ki bugün ülke siyasetinin düştüğü tuzak da budur. Her bir parti ve siyasi aktör diğerini yok etmek üzerine oyun kurmaktadır. Halbuki ne Kürt meselesi ne devleti yeniden yapılandırma ihtiyacı ne de yaşamın dayattığı yeni hukukun üretilmesi ihtiyacı aktörlerin birbirine yok etmeye göre kurulmuş stratejiler üzerinden çözülür. Bugün ülkenin içinde olduğu tüm siyasi ve toplumsal sorunlar ancak hepimizin kazancının maksimize olacağı oyun stratejileri üzerinden çözülebilir.

Siyasi aktörlerin ve liderlerin bu denli aymaz olduklarını düşünmek veya kabullenebilmek kolay değil. Fakat yaşanan siyasi kutuplaşma ve bu durumun ürettiği toplumsal psikoloji can sıkıcı bulunanların yok edilmeleri isteğini körüklüyor.

Bu psikoloji içinde her aktör kendi hamlesini yaparken, diğerine de bir hamle öneriyor veya önerdiği hamleye zorluyor. Hem kendi hamlesinin en doğrusu olduğuna inanıyor, hem de diğerine önerdiğinin ülke için en iyisi olduğuna inanıyor.

Devamındaki hamleler de hep bu duyguyla geliştirildiği, her aktör kendi hamlesinin en doğrusu olduğuna sarsılmaz bir inanç ürettiği için nereye doğru gittiğinin farkına varamıyor artık.

Bugün Ak Parti başta olmak üzere CHP, MHP ve BDPde bu büyük yanılgı içinde. Herkes kendi oyun stratejisinden çok emin, pozisyonuna aşık. Herkes akılcı siyasi stratejiler uyguladığını, her hamlesinin en doğrusu olduğuna tutkuyla inanarak bir diğerine daha büyük siyasi kayıplar verdirmenin peşinde.

Karşı tarafın kaybını hedefleyen stratejinin aslında kendi kaybının da ülke kaybının da olacağının farkına varan yok henüz.

Bu tuzaktan kurtulmanın yolu, günlük siyasi şehvetten bir an için kurtulabilmekle olanaklı. Son iki yılın stratejilerini gözden geçirebilmek ve hatta o stratejilerden kurtularak yeni bir kendinden de özgür siyaset tarzı üretmekle olanaklı. Bu özgürleşmeyi, kendinden kurtulmayı ilk hangisi başarırsa, beklenmeyen ama kendini gerçek başarıya götürecek stratejinin birinci hamlesini yapmış olacak. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

CHP’nin önündeki seçenek: Düzene muhalefet mi, düzenin içindeki muhalif olmak mı?

Sadece siyaset tarzının ve sözcülerinin değil çok şeyin yeniden düşünülmesi ve değişmesi şart. Strateji olmadan taktik hamlelerle gelen bugünkü kazanım kalıcı olmayabilir. CHP’nin bu kararı verebilmesi için yalnızca yeni bir lider ve yeni bir ruh aramaya değil dünyayı, dünyanın gidişatını, olanı ve olması gerekeni, o dünyanın Türkiyesi için hayalini ve iddiasını düşünmesi gerek

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu