11 Nisan 2013

Kavramlar bozuldu

Bizim topraklarda demokrasi, seçimlerden ve partilerin varlığından ibaret. Çoğunlukla toplumun demokrasi kültürü eksikliğinden, çatışmacı kültürün varlığından söz ediyoruz

Bizim topraklarda demokrasi, seçimlerden ve partilerin varlığından ibaret. Çoğunlukla toplumun demokrasi kültürü eksikliğinden, çatışmacı kültürün varlığından söz ediyoruz. Ama bu toplumdaki sorunlu siyasi kültürün varlığında ve sürdürülmesinde siyasi aktörlerin rolünü de ıskalamamak gerek.

Bizdeki hâkim siyaset tarzı müzakere üzerine değil münakaşa ve münazara üzerine çalışıyor. Aslolan müzakere- ikna ve uzlaşma süreci değil, sataşma- tartışma- kavga anları. Ve siyasetçilerin çoğunun peşinde olduğu şey anlık kazanımların verdiği anlık hazlar. Hatta çoğu kez kazanım da değil bizatihi o ânı yaşamanın verdiği şehvet ve haz esas.

Siyaset zeminindeki bu çarpık alışkanlık, kavramları bozuyor bir yandan. Öte yandan toplumun gözünde siyaset algısını negatife çeviriyor. Şu anda kullanılan oyların yüzde doksan beşi Meclis’te temsil ediliyor. Böylesi bir ortamda bile toplumun neredeyse beşte ikisi siyaset eliyle sorunların çözülemeyeceğine inanıyor ya da bu partilerin çözemeyeceğine... Siyaset algısı ve imajının sorunlu olduğunu gösterir başka belirti aramaya gerek yok.

Siyaset tarzı alışkanlıklarının en çok kirlettiği kavramlardan birisi “müzakere” ise diğeri de “uzlaşma”. Bugünlerde bu iki kavramı da çok kullanıyoruz, Meclis’tekiler de. Sanırım herkes bu kavramlardan farklı bir şey anlıyor. Daha önce T24.com.tr’de yazdığım 16.09.2009 tarihli yazıda belirttiğim gibi, ben ne anladığımı tekrarlayayım.


Uzlaşma ne değildir?

Uzlaşma, zora başvurularak gerçekleştirilen anlaşma değildir.

Uzlaşma, psikolojik zorlamalarla, dayatmalarla ve o ânın koşullarından yararlanarak diğerinin ikna olmuş gibi davranmasını ve size uymasını sağlamak değildir.

Uzlaşma hiyerarşik pozisyonunuzun ima ettiği gücü kullanarak karşı tarafa istediklerinizi kabul ettirmek değildir.

Uzlaşma bir tarafın taleplerinin dışlanması, yok sayılması değildir.

Uzlaşma birbirine çok benzeyen tarafların ittifakı, işbirliği, ortaklığı değildir.


Uzlaşma nedir?

Uzlaşma aramanın birinci önkoşulu tarafların birbirinin, taşıdıkları değer bakımından eş düzeyde olduğunu kabul etmektir.

Uzlaşma arayışında önerilerin karşılıklı olarak iç içe geçmesinin olanaklı olduğu kabul edilmeli ve hatta bu amaçlanmalıdır.

Taraflar hem etkili, hem esnek olmalıdır.

Her biri hem diğerini değişime uğratmaya, hem de diğerince değişime uğratılmaya hazır olmalıdır.

Taraflardan her biri kendisi kadar diğerinin de haklı ve doğru, talep ve fikirleri olabileceğini kabul etmelidir.

Tarafların her biri diğerine karşı empati duymaya çalışmalı, onun talep ve arzularını anlamaya gayret etmelidir.

Tarafların her biri diğerinin koşullarına, taleplerine aklı kadar vicdanını da kullanarak yaklaşmalı, kendi taleplerini de vicdanının süzgecinden geçirmelidir.

Taraflar uzlaşma sürecinde, yapıcı, olumlu, diğerinin duyarlılıklarına, değerlerine, kutsallarına saygılı bir dil kullanmalıdır.

Kırmızıçizgiler, “olmazlar”, “kesinlikle imkânsızlar” sürecin başlangıcında ilan edilip, tarafların her biri kendinin değişme ve dönüşme olasılığını baştan ret etmemelidir.

Uzlaşmanın, beraberlik, birarada olma, beraber yaşama arzusunu gerçekleştirmenin önkoşulu olduğu kabul edilmelidir.


Uzlaşma ne ima eder?

Eğer bu tanımlama çabasında not ettiklerim doğruysa uzlaşma sürecinin başında tarafların, ne istediklerini bildikleri varsayılır. Kendilerine ve ülkeye dair fikirleri ve hatta bir iddiaları olduğu varsayılır.

Yine tarafların kendileriyle yüzleşmeye hazır oldukları, aynı zamanda duygusal ve zihnî ambargolarından, bagajlarından kurtulmaya razı oldukları da varsayılır.

Tüm bunların ima ettiği öz ise tarafların ortak yaşam arzusu ve iradesine sahip olduklarıdır.

Bizim sorunumuz ise tam bu noktada başlamaktadır. Bu ülkenin siyasetçilerinin, aydınlarının ve kanaat önderlerinin önemli bir kısmı için diğerleri, farklı kimlik, ihtiyaç, talep ve fikirler değil, can sıkıcı varlıklardır. Can sıkıcı varlıklarla ortak yaşam düşünülmez, onlar yok edilmeli, onlardan kurtulunmalıdır.

Kimsenin bu fikrini açıkça söylemeye ve hatta kendine bile itiraf etmeye cesareti olmadığı için de şehvetli siyasi nutuklarla saatler, günler, yıllar geçirilir.

Hayat da önlerinden akar, gider.

Hayat mı onları tasfiye edecek onlar mı hayatı? Zaman gösterecek.

Yazarın Diğer Yazıları

Esad kaçtı, oyunun bir perdesi daha kapandı: Peki Suriye halkının kaderi bize hangi uyarıyı veriyor?

Suriye halkının diktatörden kurtulma sevincine ortak olurken, kaderi bize de bir uyarı içeriyor. Türkiye, Suriye’deki PYD ve Kürt hareketinin pozisyonel fırsat alanı, bunun içerideki Kürt meselesine etkileri gibi bir dizi ve karmaşık nedenle hem siyasal hem kültürel gerilimin bir parçası

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

"
"