Seçim kampanyaları başlayalı iki hafta oldu. Partilerin kampanya stratejileri ve hedefleri de kabaca ortaya çıkmış oldu.
Ak Parti’nin tedirgin olduğu yöneticilerinin de beyanlarından anlaşılıyor. Koalisyon lafını hiçbir muhalefet partisi gündeme getirmezken Ak Parti yönetimi ve medyası, koalisyon korkutması yapma ihtiyacı hissetti. Aslında Ak Parti’nin seçim stratejisinin esas itibariyle korkutma üzerine oturduğu da söylenebilir. Koalisyondan, çözüm sürecinin ortadan kalkacağından, iç ve dış tüm aktörlerin Ak Parti’yi engelleme çabalarından, imam hatip okullarının kapatılacağından, türban yasaklarına geri dönüleceğinden dem vuran bir korkutma stratejisi izleniyor.
Ak Parti on üç yıldır ilk kez vaat ve iddialarından değil korkutmalardan beslenen bir strateji ile meydanlarda. Ak Parti kampanyasının ikinci karakteristiği ilk kez savunma pozisyonundan üretilmiş bir strateji olması. Ak Parti’nin çok da bilmediği bir alan bu. Şimdiye kadar oyunun esas aktörü iken ilk kez savunmadan oyun kurmak zorunda kalıyorlar. Ve bu oyun türü yönetimin ve örgütün alışkın olmadığı bir oyun türü.
Her ne kadar lider değişikliğini, üç dönemlikler nedeniyle kadro değişikliğini sorunsuz hallettikleri sanılsa da meselenin bu kadar basit olmadığı anlaşılıyor. Üçüncü unsur bu noktadan doğuyor. Çünkü bu değişimler doğal yollardan değil önceki liderinin herkese ve her şeye rağmen planladığı ve yürüttüğü bir değişiklik. Erdoğan partinin günlük hayatında yok ama aklı ve eli partinin üzerinde. Ak Parti kabul etmese de bu senkronizasyonu tutturamadılar. Hele Erdoğan doğrudan meydanlara çıkınca işleri daha da zorlaştı. O’na aykırı laf ve vaat etmemek, neyi, ne zaman, nasıl söyleyeceğini bilmeden arkadan izlemeye çalışmak sorunlar üretiyor. Öyle olunca da partinin ve Davutoğlu’nun söylemi hamaset üzerinden top dolaştırmaya dönüşüyor.
Ak Parti kampanyasının verdiği bir başka görüntü de Ak Parti makinesinin kimyası bozulmuş ve aksıyor olduğu görüntüsü.
Kampanyanın temel stratejisi HDP’yi baraj altında bırakırken, MHP’ye kayabilir oyların önünü kesmek. Ak Parti tabanından HDP’ye gitme potansiyeli olan Kürt taban dindar. MHP’ye gidebilecek taban ise milliyetçi. Bu nedenle Ak Parti bir yandan dine dayalı diğer yandan son derece şoven bir dil üzerinden kampanya yürütüyor.
Bu dil ise kutuplaşmayı artırmaktan başka bir şey üretmiyor. Bütün yatırım kendi tabanının da toplumsal kutuplaşmadan memnun olduğu yönünde. Ya taban bu durumun ürettiği riskleri görmeye başlamış ve bu gidişattan memnun değilse?
CHP, diyalogun kontrolünü
elinde tutmaya çalışıyor
Pazarlama ve iletişim teorilerinde önemli bir kuraldır, diyalogun kontrolünü elinizde tutun sözü. Kılıçdaroğlu vaatlerini öne koyan, rakamlardan, verilerden beslenen bir dil kurmaya ve mümkün olduğunca kendi söylemleri üzerinden bir kampanya götürmeye çalışıyor.
CHP’nin ekonomik ve sosyal vaatlerinin bir karşılığının olduğu da açık. Ama CHP hala temel sorununu aşamamış görünüyor. Bu noktada birkaç zorluğu birden yaşıyor. Birincisi vaatler kadar o vaatlerin arkasında duran partinin, liderin ve aday listelerinin o vaatleri yerine getirebilecek bir güce ulaşma potansiyeline dair seçmendeki algı, güven ve beklenti. Parti, kendi hedefini iktidar değil yüzde 35 olarak koyduğuna göre bu konuda seçmeni eleştirme hakkına sahip değil. İkincisi iktidar gücüne ulaşılabilirse o vaatleri yerine getireceğine dair güven eşiğini aşabilmek konusunda da sorun var. Sosyal yardımları on yıldır seçmene rüşvet iddialarıyla tartışan bir parti şimdi kendi benzer vaatleri konusunda inandırıcılık sorunu yaşıyor.
En çok kendisini değiştirme tartışmalarını yapan parti CHP ama hala bu değişim konusunda da en çok sorunları olan parti CHP. Dolayısıyla bu güven eşiği yalnızca bir seçim kampanyası ile aşılabilir değil zaten.
CHP kampanyasının temel eksiği ise “tam demokrasiyi” öne koymaması, Ak Parti’nin bu konudaki zaaflarını eleştirmekten daha çok kendi demokratikleşme iddialarından beslenmemesi. CHP toplumun demokrasi ve bir arada yaşama talebini değil ekonomik sıkıntılarını karşılamaya çalışan vaatlere yaslanan bir kampanya ile yarışmayı seçmiş görünüyor.
En sakin parti MHP
MHP kampanyasına en geç ve yavaş başlamış parti. Bunu sakinlik olarak görmek de mümkün elbette. MHP kampanyasında dikkat çeken iki temel unsur var. Birincisi MHP’de CHP’ye benzer biçimde ilk kez üzerinde çalışılmış bir ekonomik program temelinde bir kampanya yürütüyor. Son dört yılın ekonomik sıkıntıları ve artmakta olan işsizlikle beraber düşünüldüğünde CHP’nin de MHP’nin de ekonomik vaatler temelli kampanyaları Ak Parti örgütünün kimyasını bozan unsurlardan birisi haline dönüşmüş durumda.
MHP kampanyasının ikinci unsuru Ak Parti ile Erdoğan’ı birbirinden ayıran dikkatli bir dil kurması. Erdoğan’a karşı başkanlık ve yolsuzluk meselesine yaslanan son derece sert bir muhalefet dili kullanılırken, Ak Parti’ye karşı biraz daha temkinli bir eleştirellik var sanki. Ak Parti’ye sert eleştiri çözüm süreci üzerinden yürütülüyor. Belki de 8 Haziran sonrasına dair bir senaryo çerçevesinde ve Ak Parti ile koalisyon hesaplamasıyla şimdiden koalisyonun kırmızı çizgilerinden beslenen bir kampanya seçilmiş gibi görünüyor.
Buna karşılık MHP, ne yeni anayasa konusunda ne de Kürt meselesine, devletin dönüşümüne veya kutuplaşmayı, toplumsal huzura dair kendi önerilerini söylüyor.
HDP’den çok hedefli strateji
HDP barajı zorlarken her bir üyesinin aklı barajı geçip, geçememek sorusunda. Bir yandan iddialı bir yandan neşeli bir kampanya yürütülmeye çalışılıyor ama geride de bazı zorluklar ve riskler var. En büyük zorluk barajı aşıp, aşamamak yalnızca HDP’nin söylem ve eylemlerine bağlı değil. Çok aktörlü bir oyunda HDP’nin kendi alanındaki tüm aktörlerini bile senkronize edebilme şansı yok. Nitekim PKK adına “silahsızlanma kongresi gündemimizde yok” açıklaması bile doğrudan HDP için büyük risk üretiyor.
Kampanyanın en büyük taşıyıcısı Selahattin Demirtaş. Demirtaş’ın gençliği, samimiyeti, sahiciliği, nüktedanlığı ve polemik hünerinin ürettiği bir sempati havası var. Öte yandan partinin iç dinamikleri ve aktörleri ve hatta tabanının bir kısmı için Demirtaş’ın bu denli öne çıkıyor olması sorunlar üretme potansiyeline de sahip. Ak Parti ve medyası da bu potansiyeli gördüğü için üzerine gidiyor ve o potansiyeli zorlamaya çalışıyor.
Ama asıl HDP’nin temel sorunu Türklerden alacağı oy konusunda. Demirtaş’ın dilinden vücut bulan söylem Türklerin bir kısmında sempati ve “oy versek mi” sorusu üretiyor olsa da henüz zihni yırtılmanın olduğu ve sorgulamanın oy kararına dönüştüğünü söylemek zor.
İkinci sorun ise Ak Parti tabanından HDP’ye gelecek dindar Kürtler konusunda. HDP’nin din ve Diyanet konusundaki tartışmanın içinde gereğinden fazlaca oyalanması bir bakıma tuzağa çekilmesi anlamına ve dolayısıyla risk anlamına geliyor.
Bir başka eksiklik de “yeni hayatı kurma” ve “radikal demokrasi” iddialarına yaslanan, umut veren söyleme yaslanmak yerine iktidarla polemiklere fazlaca kapılmış olmak gibi görünüyor.