25 Kasım 2010

İttifaklar, gereklilikler, efsaneler

CHP ve BDP ittifakı tartışmalarını izliyoruz. Altı günlük tartışma iklimi, üslubu, yöntemi, yorumcuları dahil...

CHP ve BDP ittifakı tartışmalarını izliyoruz. Altı günlük tartışma iklimi, üslubu, yöntemi, yorumcuları dahil genel siyaset dünyamızı anlamak için önemli bir vaka analizi fırsatı da sundu bize.
Gerçekte bu fikir ortaya atılırken ittifaktan kastedilen neydi? Konuştuğumuz kitle partisi olma özelliğini yitirmiş, Kürt meselesinde statükodan yana duran ve hâlâ meseleyi yalnızca ekonomik geri kalmışlık olarak gören CHP ile Kürt kimlik politikalarına sıkışmış, ülkenin genel demokratikleşme taleplerinde öncülük alamamış BDP. Dolayısıyla eğer ittifak olacaksa, listelerdeki sayı ve yer tartışmalarından daha derin imalar içeriyor.  
Bu tartışma, CHP’nin ittifak yapsın veya yapmasın Kürt meselesine bakışını, ülkenin demokratikleşme taleplerine yanıtını gözden geçirmesi demek. Ülkenin mağdurları ve yoksunlarıyla yeniden ilişki kurabilmesinin yolları üzerine düşünmesi demek. Yani CHP statükodan yana mı, değişimden yana mı, kimliklerinden arındırılmış tek tipleştirilmiş yurttaşlar ve toplumdan yana mı, demokratik toplumdan yana mı sorularını bir kez daha düşünme fırsatı demek. Yani ima edilen CHP’nin demokrasi taleplerine kendini açması ve değişmesi talebiydi. Eski genel başkanı dahil bildik CHP pozisyonunu oluşturanlar hemen ayaklandı. Tartışmalara bile tahammüllerinin olmadığı görüldü.
CHP tabanı istemez gerekçesinin hiçbir anlamı yok. Bir parti tabanını bile dönüştürme iddiası taşıyamıyorsa ülkeyi nasıl dönüştürecek? İkinci soru ise CHP tabanının bu kadar Kürt düşmanı olması yapısal ve düşünsel karakteri mi, yoksa şimdiye kadarki CHP yönetimlerinin ürettiği korku politikalarının sonucu mu? “Bizim akvaryum” bile bu kadar hakareti hak etmiyor bana sorarsanız. 
Bu tartışmalarda esas olarak BDP’ye söylenecek fazla bir söz yok. Bir parti ya da halkı için siyaset yapmaya çalışan Kürt siyasetçiler her fırsatta sivil siyasete tutunmaya çalışıyor. Ama iktidarı, muhalefeti, yargıcı, aydını, yorumcusu Kürt siyaset adamlarını hem sürekli siyaset zemini dışına itiyor, hem de sonra dönüp dışarıda kaldı diye suçluyor. Bir an kendinizi halkınız için siyaset yapan bu insanların yerine koyun ve söyleyin, her gün bağlılık ve sadakat beyanı talebinde bulunduğunuz bu insanlara hangi seçeneği sunuyorsunuz?

Yine seçim efsaneleri

Bu tartışmalar sırasında sıkça söylenen bir efsane, 1991 seçimlerinde Erdal İnönü’nün yaptığı ittifakın, oyları artmakta olan SHP’yi ve sosyal demokrat siyaseti parçaladığı, seçmenin tepkisinin SHP ve sonra da CHP’yi on yıl geriye götürdüğü. Aşağıdaki tabloda 12 Eylül darbesinden sonraki genel seçimlerde sol, sosyal demokrat ve Kürt partilerinin oy oranlarını görüyorsunuz. Tabloda 1991 ittifakının efsane sonuçlarının daha iyi görülmesi amacıyla 1994 yerel seçim sonuçları da var. Genel ve yerel seçimlerin karakterleri gereği detayda beraberce kıyaslamanın doğru olmadığı açık.

1983, 87 ve 91 genel seçimlerinde o günün sosyal demokrat partilerinin oyları toplamı aynı. Önce Halkçı Parti, sonra SHP ve DSP aynı tabanın ve oy oranının üzerine oturmuşlar. Üstelik bu oyların içinde Kürt oyları da var, o güne kadar Kürt siyasetinin partisi ya da bağımsız adayı ortada yok. 1992 Yılında 12 Eylül darbesiyle kapatılan eski partilerin kurulması imkanı ortaya çıkınca Deniz Baykal liderliğinde CHP yeniden açıldı.  1994 Yerel seçimlerinde SHP oyundan CHP’de bölünmüş ama yine sosyal demokrat olduğunu iddia eden üç partinin toplam oyu yalnızca 3 puan azalmış. Fakat yukarıda da değindiğim gibi yerel seçimin dinamikleri ayrı olduğu için 1991 ittifakının oy kaybettirdiğini iddia edebilmek henüz olanaksız.
1995 Genel seçimlerinde CHP, DSP ve o günkü Kürt partisi olarak DEHAP oylarının toplamı yine yüzde 30,2. Kürtler o güne kadar ki sosyal demokrat partilerden oylarını alıp kendi partilerine yönelmeleri dışında toplamda herhangi bir oy kaybı söz konusu değil yani. 
Ama tartışmalara bakılınca 1991 seçimlerinde Erdal İnönü liderliğindeki SHP’nin Kürtlerle yaptığı ittifakın nasıl sosyal demokratları mahvettiği destanını dinlersiniz hep. Tablodan 1983’den bugüne sosyal demokrat ve sol olduğunu kendi tanımlarıyla iddia eden partilerin oy oranları toplamı belli. Ne artışlar ne de dramatik azalışlar söz konusu. Partilerin ayrışmaları ya da birleşmeleri tabloyu değiştirecek kayda değer sonuçlar doğurmamış. Demek ki, sorun bir araya gelme, ittifak etme, birleşme sorunu değil.
Bana kalırsa da sorun değişebilme, zamanın ruhuna ayak uydurabilme sorunudur. Yani nicel değişim değil, nitel değişimdir gereken. CHP ve destekçileri bu gereği anlamadıkça daha çok “solun oyu yüzde otuz” deyip, kaderine razı oturacaktır. 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"