18 Aralık 2011

İktidar ve yargı

Son haftalarda yine iktidar, muhalefet ve HSYK arasında yandaşlık tartışmaları...


Son haftalarda yine iktidar, muhalefet ve HSYK arasında yandaşlık tartışmaları vardı. Bu içerikteki tartışma bu toprakların kadim sorunlarından birisi. Hemen her iktidar döneminde bu tartışmalar hemen hemen aynı argüman ve gerekçelerle yapılmıştır. Üstelik bu tartışmaların önemli bir kısmı da haklı gerekçelere ve problemlere dayanmaktadır.
Daha önce yöneticiliğini yaptığım Tarih Vakfı’nın en üst mahkemelerden birisinin tarihinin yazılmasına dair bir projesi vardı. Çalışan akademik heyetin önemli bulgularından birisi, o en üst mahkemenin kararlarındaki genel eğiliminin iktidar partisinin kim olduğuna, günün hakim siyasi iklim ve zihniyetinin ne olduğuna paralel olarak değiştiğiydi. Bu çalışma yayınlanamadığı için detaylarını veremiyor olsam da, bu tespitin genel bir kamuoyu algısıyla da paralel olduğu muhakkak. 
Bizde yargı siyasi iktidara ve siyasi iklime göre hareket eder genellikle. Ama yine de önceliği bizatihi devletin ve temel ideolojinin korunmasıdır. O nedenle de iktidarlar kendi iktidarlarında yönettiklerini ve hakim olduklarını sandıkları yargı sisteminin, iktidarın değiştiği gün kıblesini değiştirdiğini, ama asıl devleti ve kendi ideolojisini korumaya devam ettiğini görmüşlerdir hep. 
Ve bunun böyle olduğunu sade vatandaş da bilir. Sade vatandaşın gözünde yargı muktedirlerin yargısıdır. Muktedirliğinizin, gücünüz kaynağı ister iktidara yakınlık ister zenginliğiniz olsun, yargının kararlarının çoğunlukla lehinize olduğunu düşünür sade vatandaş.
KONDA’nın gerçekleştirdiği “Hukuk ve adalet, algı ve beklentiler” araştırmasının bulguları da bu algının ne denli büyük olduğunu göstermektedir.

Toplumun yarıdan fazlası, yüzde 56’sı (yüzde 19 kesinlikle doğru, yüzde 37 doğru cevabı vererek) hakimlerin, savcıların, polislerin işlemlerinde “iktidarın adamı olup olmadığınıza göre” farklı karar verdiği kanaatindedir. Yine benzer şekilde toplumun yüzde 58’i (yüzde 17 kesinlikle doğru, yüzde 41 doğru cevabı vererek) zengin mi fakir mi olduğunuza göre farklı davranıldığını düşünmektedir.

Toplumun yarısı, yüzde 49’u (yüzde 8 kesinlikle doğru, yüzde 41 doğru cevabı vererek) mahkemelerde çıkar karşılığında iş yapıldığına inanmaktadır. Yine benzer şekilde toplumun yüzde 47’si (yüzde 8 kesinlikle doğru, yüzde 39 doğru cevabı vererek) mahkemeye düşse adil karar çıkmayacağından korkmaktadır. 
Bu algı ve düşüncelerin yalnızca Ak Parti iktidarı dönemine dair ve ibaret olmadığı da açıktır. O nedenle de kısıtlı veya kasıtlı olup olmadığına bakmaksızın bu ülkedeki her hukuk ve yargıya dair reform desteklenecektir. Nitekim anayasa referandumundaki sonuçlardan bunu göstermektedir.
Çünkü toplumun hem hukuka ve yargıya güveni düşüktür hem de hukukun üstünlüğüne olan inanç zayıftır. Bu nedenle de ihtiyacımız olan yargıyı baştan aşağıya yeniden yapılandırmak, hukuku günün koşullarına göre yeniden yazmak ve toplumdaki hukukun üstünlüğüne olan inancın yükseltilmesidir. 
İktidar ve muhalefet beraberce bu gerçeği görmedikçe, meseleyi yalnızca hakim olmak veya yandaşlık çerçevesinde düşündükçe de böylesine bir yeniden yapılanma gerçekleştirmeyeceğimiz açıktır.
Ama bu noktadaki zihni tıkanıklık yalnızca siyasetçilerde değildir. Asıl zihni değişikliğe ihtiyacımız yargının kendisindedir. Yargı yazılı hukuk ne olursa olsun bireye karşı devletten yana pozisyon almayı bilinçli olarak tercih etmektedir. Yargı, “aslolan devlettir” demekte, mahkeme salonlarını vatandaşın devlete karşı ödevlerinin yerine getirip getirmediğinin denetlendiği yerler olarak görmektedir. Yargı hiçbir yorum hakkını ne özgürlüklerin geliştirilmesi ne de vatandaşın haklarının çoğaltılması yönünde yapmamaktadır.  Aynı yargı yarın iktidar değiştiğinde yeni iktidardan yanaymış gibi davranmaya da devam edecektir.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"