23 Aralık 2010

Hayatın provaları, antrenmanları olmaz

Yurttaşların artık kendilerini yönetebilecekleri olgunluğa ve yetkinliğe geldiklerine kim karar verecektir?

 

Önce çok sade olarak Kürt meselesinin boyutlarını, unsurlarını tanımlayalım: demokratikleşme ve insan hakları sorunu (1), yönetim sorunu (2), toplumsal dönüşüm sorunu (3), kimlik talepleri ve kültürel haklar sorunu (4) , bölgenin ekonomik geri kalmışlığı sorunu (5), terör ve şiddet sorunu (6), dış politika sorunu (7). Bu boyutların demokratikleşme, yönetim ve toplumsal dönüşüm boyutları yalnızca Kürtlerin ve bölgenin değil, tüm ülkenin sorunudur.


İkinci grup saptama,  (1) Bu kadar karmaşık, çok boyutlu, çok aktörlü sorun da açılımlarla değil tümünü kapsayan değişim projesiyle çözülebilir. (2) Kürt Meselesi terör sorununa rehin edilmeden ele alınmalı, düşünülmeli ve konuşulmalıdır. Terör ve şiddet bir vakıadır, fakat Kürt Meselesi’nin ne tek nedeni, ne de tek sonucudur. (3) Kürt Meselesi bizim, ülkemizin sorunudur; çözümü de yine bizim irademiz ve kararımızla olacaktır. (4) Kürt Meselesi aynı zamanda bu ülkede ortak geleceğe inanan insanların sorunudur ve bu insanların ortak yaşam iradelerini geliştirmeleri, güçlendirmeleri için çözülmesi elzem olan bir sorundur.


Üçüncü grup saptama, (1) Kürt meselesinin çözüm zemini siyasettir. Mesele yalnızca BDP’nin ve Ak Parti’nin değil, tüm partilerin ve sivil siyasetindir yani hem Türklerin hem Kürtlerin, hem de bu ülkenin tüm yurttaşlarınındır. CHP’den beklenen değişim tam da bu nedenle önemli ve gereklidir. (2) Yeni bir dil, barış dili geliştirmeden çözüm uzaktır, çünkü kimse diğerini hem dinlememekte hem anlamamakta hem de dinlemediğini ve anlamadığını bilmemekte, kabul etmemektedir. (3) Meseleyi anlamak ve çözmek için yeni bir anlama ve kavrama modeline, yeni bir zihniyet haritasına ihtiyaç vardır. 


Kürt meselesini analiz, yorum ve öneri geliştirme çerçevem yukarıdaki üç paragraftaki sade ve net, tanım ve saptamalardır benim için.


Yönetim sorunu


Yönetim meselesi, Kürt meselesinden bağımsız olarak da en temel meselelerimizden biri. O nedenle hangisi hangisinin nedeni ya da sonucudur belirlemek olanaksız. Yine o nedenle de yönetim meselemizi yalnızca Kürt meselesi çerçevesinden ya da demokratik özerklik talepleri içinden değil, daha derin ve kapsamlı konuşmak durumundayız. Bu gerekçeyle BDP’nin talebini, açıkladığı ilkeleri yalnızca Kürtlerin ayrılıkçılığının belgesi ya da savcıların iddianameleri içinden konuşamayız.


Kaldı ki, Re – Kurd (Rewşenbîrên Kurd  - Kürt Aydınları) toplantısında dinlediğim BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın o toplantıda açıkladığı öneri (eksikliklerine ve bazı yanlışlıklarına karşın) ve kullandığı olumlu dil bile başlı başına tartışılmayı hak ediyor.


Ülkenin yönetim sistemi tıkanmış durumda bana göre. Çağın ne teknik olarak ne de zihniyet olarak gerisinde kalmış bir sistemdir söz konusu olan. İstanbul’un boğaz köprüsüne ya da Konya’nın kuraklık derdine bu sistem için çözüm üretmek imkansızdır. İstanbul’un su sorununu çözmek için Melen Çayı’nın suyu taşınırken ne Bolu’nun, Adapazarı’nın, Kocaeli’nin ekolojik dengeleri dikkate alınmış ne de yaşayanlarının fikri alınmıştır. Sistem tek tip toplum, farklılıkları yok sayılmış bölgeler, eski zaman sosyal ve ekonomik ilişkileri üzerine tanımlanmış mahalle, ilçe ve illerden oluşmaktadır. 120 Kişilik mahalle ile 85 bin kişilik mahalle, 15 milyonluk metropol ile 30 binlik kent aynı yasa, düzen ve yetkiler içinde yönetilmeye çalışılmaktadır. Yönetilemediği için de hala keyfilik ve hala merkezi hükümet ağırlıklı yürümektedir. Hatırlayın, 2010 yılı Türkiye’sinde bile demokrasi şampiyonu Başbakan helikopterle gezerek belirlemiştir 3. Boğaz köprüsünün yerini.


Bu tıkanmışlığa, dünyadaki gelişen yeni modellere karşın, yönetim bilimi yönetişim bilimine,  temsili demokrasi katılımcı demokrasiye dönüştüğü halde neden bu köhnemiş yönetim düzeni devam ettiriliyor? Çünkü arkasında belirli zihniyet ve algı kalıpları var.


Vatandaşa güven  


Bu zihniyet ve algı kalıplarından birincisi vatandaşa güvenilmemesidir. Üstelik bu yanlış zihniyet kalıbı yalnızca devlet ya da bürokraside değil,hemen hemen tüm kurumların, yapıların, siyasi aktörlerin içinde de var. Hatta “bizim akvaryumda” oldukça güçlü olduğu da söylenebilir. En çok kullanılan argüman, toplumun eğitimsizliği, yetkilerin yerellere doğru kaydırılmasıyla oluşacak ehil olmayan yönetimlerin riskleri ve yolsuzluğun yaygınlaşması olasılığı,ikincisi de Kürtlerin bu hakları bölünme yolunda kullanacakları korkusudur.


O zaman da soru şudur? Yurttaşların artık kendilerini yönetebilecekleri olgunluğa ve yetkinliğe geldiklerine kim karar verecektir? Hangi sınavla? Hangi seviye bunun delili olacaktır?


Hayatın provaları, antrenmanlarının olmadığına inanırım ben. 2010 Türkiye toplumunun ve bireylerinin kendilerini ilgilendiren kararları yalnızca kendilerinin alabileceğine, toplumun kendi kendini yönetebilecek olgunluk ve beceride olduğuna da. Olası hataların oranının bugün yaşananlardan ve başımıza gelenlerden daha fazla olacağını kimse söyleyemez.


Bu nedenle bir önceki yazıda sözünü ettiğim, yeni Anayasa’nın başlangıç ilkeleri arasında “vatandaşın beyanına itibar edilir” ilkesinin yazılmasını öneriyorum ben. Yine bu nedenle de önce zihniyet ve algı kalıplarıyla mücadele edilmesi gerektiğini…

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"