14 Aralık 2009

Gerçekten ne istiyoruz?

Artık geçen hafta başındaki Kürt sorunu ile bugün farklı bir sorunu konuşuyoruz.

Kürt sorunu, Tokat’taki saldırı, DTP’nin kapatılması ve Dolapdere, Malatya gibi bazı yerlerdeki toplumsal gerilimlerin yaşandığı geçen haftanın olaylarından sonra yeni bir aşamaya geldi.

Artık geçen hafta başındaki Kürt sorunu ile bugün farklı bir sorunu konuşuyoruz. Her zaman not etmeye çalışıyorum, Kürt sorunu başta olmak üzere her bir sorunumuz her bir gün kendi iç dinamikleriyle de sorunun dış dinamikleriyle de değişiyor.

Geldiğimiz nokta da biz Türklerin kendimize bir kez daha sormamızın vakti geldi: Biz ne istiyoruz? İçtenlikle her birimiz kendimize bu soruyu sormalıyız. Çünkü artık mesele, onlar ne istiyor, ne hissediyor, empati yapalım, onları anlayalım noktalarını geçti. Gerçekten biz ne istiyoruz, istediğimizden emin miyiz kendimize sorma vaktidir.

Terörün ve şiddetin bitmesini mi? Terör ve şiddet ile mücadele etmek, her bir yurttaşın can ve mal güvenliğini sağlamak seçilmiş siyasetçilerin sorumluluğunda ve yönetiminde, ilgili kamu kurumlarının işidir. Son 25 yıldır, siyasetçilerin gerçekten etkin olmadığı, sorumluluk almaktan kaçındığı bir biçimde orduya havale edilmiş bir terör ve şiddet sorunu yaşıyoruz. Harcanan onca emek ve paradan sonra geldiğimiz yer ortada. Askeri tedbirlerle terörü ortadan kaldıramadığımıza göre, hem de varlığıyla, gücüyle, asker sayısıyla, silah sayısıyla, kısaca büyüklüğü ve gücüyle bu kadar övündüğümüz ordumuzla bu sorunu çözemediğimize göre yöntem de bir hata olmasın?

Terör bir sorunun sonucu, nedeni değil. Dolayısıyla yalnızca terör ile mücadele etmek sorunu çözmedi, çözmeyecek de. Bunu orduyu yönetenlerde, devletin bürokratları da söylüyor. O zaman sorunu terörden ayırarak konuşmamız ve düşünmemiz lazım. En azından şu nokta da bizler kendi kendimize düşünürken soralım, terörü yok etmek için, “silahları bıraksınlar” temennisi dışında ne yapmalıyız? Ya da şöyle soralım, “neden bu gençler hayatlarını ortaya koymaya, kazamayacakları bir savaş uğruna canlarından vazgeçmeye devam ediyorlar?”

Beynimizi, yüreğimizi teröre rehin etmeden düşünmeye devam edelim ve sade Kürt yurttaşımız için ne istediğimizi kendimize soralım.

Tümünün yok olmalarını mı? Tarihte bu yolu denemenin yüzlerce farklı örneği var, ama tarihte başka birileri istedi diye yok olmuş bir halk yok. Hele Kürtler gibi binlerce yıldır aynı coğrafyada yaşamış, binlerce yıldır farklı bir dili ve kültürü olan bir halk, siz beğenseniz de beğenmeseniz de gelecek bin yıllarda da var olacak.

Var olsunlar ama kimliklerini unutsunlar mı? Bu temenninin bilimsel adı “asimilasyon”, yüz yıldır deniyoruz, dillerini, kültürlerini unutsunlar, bizim onlara biçtiğimiz kimlik ve kurallar içinde yaşasınlar mı diyoruz? Bu yolu denedik, olmadı, neden olmadığını hala anlamayacak ve bu yolda ısrar mı edeceğiz? Devletin ve bürokrasinin bile yürümeyeceğini anladığı bu yöntemden hala medet umabilir miyiz? Siz kendinizi yoklayın bakalım, hangi yasal sınırlama olursa olsun ana dilinizde konuşmaktan, kültürünüzü yaşamaktan, kim sizi vazgeçirebilir?

Bizim onlara biçtiğimiz kurallar içinde, bizim olan hayata, şehirlere girmeden, dokunmadan, gözümüzden ırak yaşasınlar yeter ki, o yaşadıkları sınırlı alanlar içinde de ne konuşurlar, ne yaşarlarsa yaşasınlar mı istiyoruz? Bunun bilimsel adı “gettolaşma”. Bu mümkün tabi, bir birine dokunmayan hayatlar, alanlar, siteler, kentler oluşturabiliriz. Kendi türkülerini, ağıtlarını, dillerini, umutlarını alıp kapanırlar sınırlı alanlara. İnsani kaygıları falan unutup, bu yönteme sarılacaksak şu soruya da cevap üretmek lazım: 6 milyona yakın Kürt bölgesinde değil, bizimle beraber bir arada İstanbul’da İzmir’de, Antalya’da yaşıyor. Üstelik ayrıca 3 milyon Kürt ile akraba Türk var. Ne yapacağız, evlilikleri, akrabalıkları, ortaklıkları mı önce ayıracak sonra sınırlandıracağız? Belki sonra varoşlara günlük turistik tur düzenleyenler gibi Kürtlerin olduğu yerlere de günlük tur düzenleriz? İstediğimiz gerçekten bu mu? Bu yapılabilir, gerçekleştirilebilir bir yöntem mi sizce?

Türkülerini alıp gittiklerinde hayatımızdan ne eksileceğini bugünden tahmin edemesek de zenginleştirmek yerine fakirleştirmek, genişlemek yerine daralmak üzerine kurulu bir hayatın ne menem bir şey olacağını bir an düşünün ve sorun kendinize, istediğiniz bu mu?

Herhalde hepimiz mutlu bir hayat istiyoruz. Kürt yurttaşlar da. Hepimiz eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, konut yani insanca bir hayat istiyoruz. Kürt yurttaşlar da. Hepimiz dilimizi kültürümüzü yaşamak korumak istiyoruz. Kürt yurttaşlar da. Hepimiz onurumuza gururumuza düşkünüz. Kürt yurttaşlar da. Mesele bu ortak hayatı, ortak kaderi nasıl kuracağımızdır. Önce bu soruyu cevaplayalım, sonra iki tarafta da savaş isteyenlerle nasıl mücadele edeceğimizi konuşuruz.

Aslında bu kadar karmaşık görünen sorun belki de bu kadar basit bir sorunun cevabından çözüm bulacak.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"