26 Mayıs 2011

Gençlik

TUİK verilerine göre toplam 73 milyon olan nüfusun 17,3 milyonu...


TUİK verilerine göre toplam 73 milyon olan nüfusun 17,3 milyonu 15-30 yaş arasında. Ve önümüzdeki 12 Haziran seçimlerinde oy kullanacak 50 milyonu aşkın seçmenin 5 milyonu ilk kez oy kullanacak. 
Gençler üzerine hepimizin gözlemleri, kanaatleri var. Siyasete ve ülke sorunlarına duyarlılık ve ilgilerinin düşük olduğundan dem vururuz sıklıkla. Bir de genç olmaya atfettiğimiz, doğal karşıladığımız mitler vardır, aklı havada olmak, daha özgür ve risk sever olmak gibi. 
“Bugünün gençliği lükse bayılıyor. Düzgün terbiyeleri yok ve otoriteyi hor görüyorlar. Büyüklerine saygısızlık ediyor ve spor yapmak yerine gevezelik ediyorlar. Yaşça büyük biri odaya girdiğinde artık ayağa kalkmıyorlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyor, başkalarının önünde çok fazla konuşuyor, yemeği hızla midelerine tıkıyor ve öğretmenlerine zulmediyorlar.” Bu sözler Socrat’a atfediliyor. Görüldüğü gibi gençlere bakış binlerce yıldır aynı. 
Ama bu doğru mu? Hanemizdeki, okulumuzdaki, işyerimizdeki, sokağımızdaki ve hatta Beyoğlu’nda gözlediğimiz gençler 17 milyonu aşkın genç kümeyi temsil eder mi?

Dün basına açıkladığımız, Kültür Üniversitesi için gerçekleştirdiğimiz “Türkiye gençliği araştırması” bulgularına göre her 100 gencin 49’u doğduğu yerde yaşamakta iken, 18’i beş yıl ve daha kısa süre önce, 11’i altı – on yıl arasında, 22’si on yıldan uzun süre önce yaşadığı yere gelmiş. 
15-30 Yaş arası gençliğin çalışma durumuna bakıldığında, her 100 gencin 38’i öğrenci, 20’si ev kadını iken yalnızca 35’i çalışıyor. İstihdama katılım oranlarının yüksek olması beklenen gençlerde bu oranın oldukça düşük olduğu dikkat çekerken, o yaştaki genç kızların bile yüzde 40’nın (tüm gençler arasında yüzde 20) ev kadını hallerinin hem gençlerin hem de kadınların mağduriyetine dikkat çekmektedir. Her 100 gencin yalnızca 8’i beyaz yakalı çalışan iken, 13’ü işçi ve marjinal işlerde çalışanlardır. 

Gençlerin gelirlerine bakıldığında, her 100 gencin 44’ü ailesinden harçlık alırken, yalnızca 25’i düzenli maaş gelirine sahiptir. Gelirini söylemeyen 23 gencin aslında düzenli geliri olmayanlar olduğu ve ailelerine bağımlı oldukları anlaşılmaktadır. Kısaca hala her üç gencin ikisi ekonomik yönden ailesine bağımlı yaşamaktadır.

Hele gençlerin gelirlerine bakıldığında, düzenli bir geliri olmayanlar her 100 genç arasında 32 kişi iken, 25’nin de geliri aylık 250 lira altında, 11’inin de geliri 250 – 500 lira arasındadır.

Görüldüğü gibi yarısı ya daha iyi bir hayat ve iş arayışıyla ya da eğitim amacıyla doğduğu yer dışına çıkmış, yalnızca üçte biri iş ve hatta meslek sahibi olabilmiş, kızlarının yüzde 40’ı ev kadınıyım diyerek geleneksel hayatı kabullenmiş, ekonomik olarak hala büyük çoğunluğu ailelerine bağımlı gençlerden konuşuyoruz. 
Şimdi bu temel demografik verilerin yanına şu aşağıdaki iki bulguyu ekleyerek düşünelim:

Hayata hazırlanırken en çok şeyi nereden öğrendiği sorulduğunda üçte ikisi ailesini işaret ederken öğretmenlerini söyleyen yalnızca yüzde 7’dir. Genel yaklaşım olarak genellikle eğitim ve bilginin okullardan edinildiği varsayılırken gençlerin hayata dair bilgileri okul ve öğretmenlerden bağımsız edindikleri anlaşılmaktadır.  
Herhangi bir rol modellerinin de olmadığı görülmektedir. “Kimin yerinde olmak istersin” sorusuna yalnızca her yüz gencin 41’i bir isim söyleyebilirken, 59’u bir idolünün olmadığını söylemektedir. Üstelik üzerinde genel bir mutabakat olan bir ismin de olmadığı görülmektedir.  
Böylesi bir gençlik sizce nasıl değerlere sahiptir, hangi durumlarda nasıl tutum alacağı beklenir? Bu tablo karşısında üzülelim mi kızalım mı? Sorumlusu gençler mi?
Yarın bazı temel bulgular eşliğinde gençleri tanıma ve anlama çabasına devam edelim.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"