22 Şubat 2010

Ey hukuk, nerdesin?

Ummak istiyorum çünkü kutuplaşma belasını anlamadıkça çözüm de üretemeyeceğimize inanıyorum...

Son haftanın savcılar , hükümet ve yüksek yargı kurumları arasındaki gerginlik herhalde ülkede nasıl bir kutuplaşma yaşandığını hala anlamayanlara belanın ne olduğunu, hangi riskleri taşıdığını gösterdiğini ummak istiyorum.
Ummak istiyorum çünkü kutuplaşma belasını anlamadıkça çözüm de üretemeyeceğimize inanıyorum.
Ummak istiyorum çünkü yaşananlar kurumlar arası çekişme değil, kurumlar içi yarılma ve biz bu yarılmaları halledemezsek sade vatandaşın ve toplumun sıkıntıları ve taleplerinin cevapsızlığı öfkeye dönüşecek.
Ummak istiyorum çünkü eğer her bir uçta duranlar pozisyonlarına ve tutumlarına olan aşkları hiçbir siyasi ve yönetsel kararda aklıselim ile doğruyu değil öteki tarafı alt etme çabalarına meşruiyet sağlayacak.
Ben hukukçu değilim, çekişmenin detaylarına dair hukuki yorum yapmak haddim değil. Ama yaşananların hukuki tartışma değil, siyasi tercihler, korkular, kararlar olduğunu da ayırt edebildiğimi sanıyorum. Aktörleri bu münazara, alt etme, durdurma ve fetih şehvetiyle devam ederlerken bir kez olsun da sade vatandaşın aklında, beyninde, yüreğindeki hukuka olan saygısının, inancının ne hale getirmekte olduklarını da düşüneceklerini umuyorum.
Bir kez daha anımsatayım, toplumun dörtte birinin hukuk dahil her türlü sistemden, kurumdan umudunu kestiği bir ortam bizi sağlıklı yarınlara taşımaz. Eminim aynı araştırmayı bu tartışmalardan sonra bugün yapsak  oran daha da artacak.
Gündelik hayatın içinde hukuka olan saygımızı, hukukun üstünlüğüne olan inancımızı kutuplaşmaya ve korkulara rehin veriyoruz. Tanrı ile devlet arasına sıkışmış siyasetin aktörleri karşılaştıkları her zeminde  birbirlerini kovalarlarken anlıyoruz ki göze alamayacakları bir bedel ve muharebe yok. Onlar Kanije savunmaları veya fetih seferleri yaptıklarını sanırlarken her gün yeni muharebe alanları açılıyor. Ve yine ummak istiyorum ki, seçimlere yaklaşırken bu muharebelerin şiddeti ve toplumsal bedeli göğüsleyemeyeceğimiz seviyelere gelmesin.
Bu yaşananların bir de faydası oldu doğal olarak. Her halde artık bu ülkede ne kadar derin, kapsamlı bir hukuk reformu ve yargının yeniden yapılandırılması gerekliliğini herkes anladı.
Gündelik hayatın ritmi, birey, devlet ve toplum o kadar değişti ki önceki hayatları, bireyleri, değerleri, ilişkileri ve devleti esas alan yasalar ve adalet kurumları bugüne yetmiyor. Dili bile eskide kalmış, sade vatandaşın anlayamayacağı, son hafta olaylarında akademisyen hukukçuların bile iki zıt yorum üretebildikleri maddeler ve tanımlar bugünün gündelik hayatına cevap üretemiyor.
Siyasi meseleler için gerekçeleriniz olsa bile siyaset dışı bir alandan örnek vereyim. Biz eski hayat ritminin telif haklarını bile hala düzenleyememiş iken bugünün sanal ortamlarının, bilişim dünyasının ürettiği yeni telif anlayışını nasıl hukuki kurallara bağlayabileceğimizi bilen var mı?
Örneğin Hakimler Savcılar Yüksek Kurulunu, bugünün tartışmasına rehin etmeden düşünsek, demokratikliğini örneğin Avukatların da siyasilerin de en alt seviye Hakimlerin de temsil edilebileceği bir hale nasıl çevirebileceğimizi tartışan da yok.
Son hafta anlaşıldı ki çeşitli kanunlarda yapılan kısmi düzenlemeler, adalet sisteminin bütünlüğünü büsbütün bozmuş, mekanizma işlemez hale gelmiştir. Değişmeyen kanunlar, değişen toplumun sosyal dokusu ile uyumsuzluğa düşmüş, adalet hizmeti verilemez hale gelmiştir. 
Toplumda adaletin sağlanması, hukukun üstünlüğüne olan inancın yerleşmesi, herkesin hak arama olanaklarından eşit olarak yararlanabilmesi amacıyla, yargı açıklık, demokratiklik ve çabukluk ilkelerine uygun biçimde baştan aşağıya yapılandırılması gereği bir kez daha anlaşıldı.
Ama bence asıl tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan şey hukuk ve yargıda da zihniyetin tümüyle değiştirilmesi gerektiğidir. Bunun da başlangıç yolu siyasetin yeni bir uzlaşma üreterek, gelen seçimleri yeni bir toplumsal mutabakat sağlama zemini olarak kullanabilmesidir.

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"