27 Ekim 2011

Dünyada mekan, ahrette iman

Yine bir felaket ve ardından da bildik tartışmalar. Sanki çekmecelerimizde...


Yine bir felaket ve ardından da bildik tartışmalar. Sanki çekmecelerimizde her bir duruma uygun sözler, yazılar var ve hemen ortaya çıkartıyoruz.  Nasıl olsa bu ülkede daireler çizerek koştuğumuza ve yaşadıklarımızı vakaya bağlı olarak beş ile on yıllık aralıklarla tekrar yaşadığımıza göre, sözleri, yazıları tekrarlamakta pek sorun da yok sanıyoruz. 
Aralarda henüz azınlık gibi görünen nefret ve şiddet dilini saymıyorum. Bu dilin gelişmesine kimlerin katkıda bulunduğu, sözlüğünü hangi yazar, çizer takımının oluşturduğu ayrı bir tartışma konusu. Öte yandan, bizim akvaryumun ezberleri var “bu halk unutkandır”, “bu halk fırsatçıdır”, “bu halk nehir yatağına, fayın üstüne ev yapmaktan korkmaz”, vb. Unutkan olanın halk mı bizler mi olduğu da ayrı bir tartışma konusu ama biz deprem vesilesiyle birazcık bu ülkede var olan konut ve inşaat sektörüne biraz daha yakından bakarak bu ülke insanının mekanıyla ilişkisini anlamaya çalışalım. 

Ülkede var olan 15 milyon 70 bin hanenin mülkiyet dağılımını yukarıdaki tabloda görüyorsunuz. Hanelerin yüzde 68,3’ü kendi konutunda yaşarken, yüzde 23,9’u kirada oturuyor. Lojmanda oturanlar yüzde 2,1 oranında ama rakamsal olarak bu 310 bini aşkın hane demek. Bekleneceği gibi en yüksek kirada oturan oranı yüzde 35 ile İstanbul’da.
Toplam hanelerin üçte ikisinin ev sahibi olduğu dikkate alınırsa, “dünyada mekân, ahrette iman” atasözümüze uygun olarak hala konut sahipliğinin ne kadar öncelikli bir mesele olduğu anlaşılır.
Fakat bu hanelerin sahipliğinden çok daha fazla niteliğine dikkat etmek gerekiyor.  Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneğinin (GYODER)  Yönetim Kurulu Başkanı Işık Gökkaya’ya göre, "Mevcut konut stokunun yüzde 45'i de yıpranmış ve ömrünü tamamlamış konutlardan oluşuyor." Ama eskimişlikten daha da çok hanelerin imkanları üzerinden niteliklerini anlamaya çalıştığımızda çarpıcı bir durum gözleniyor. 
Aşağıdaki tablo KONDA Barometresi, Haziran’2011 bulgularına dayanıyor. 

Anketörlerimizin gözlem ve tespitlerine dayanan bulguya göre, konutların yüzde 50,2’si standart apartmanlardan, yüzde 41,1’i de geleneksel, müstakil evlerden oluşuyor. Gecekondu olarak tanımlanabilir konutlar yüzde 5,7 iken, lüks siteler ve villa benzeri yapılar da yüzde 3 oranında.
Geleneksel ev olarak tanımladığımız yapıların neredeyse tamamına yakının gerekli mühendislik hizmeti almadığı ya da gerekli yapı denetimlerine sahip olmayacağını tahmin etmek zor değil. Apartman olarak tanımlanan yapıların ise hangi nitelikte mühendislik hizmeti aldığı ve yapı denetiminden geçtiği tartışılabilir. Bu eksikliğin üzerine müteahhitlik hizmeti ve kullanılan malzemelerin kalitesine ait sorunlar ise bir diğer ve devasa bir sorunlar yumağı.
Konutların kalitesi, depreme dayanıklılığı sorularının yanı sıra iç nitelikleri ise daha da vahim sorunlara işaret ediyor. 
Aşağıdaki tablo TUİK verilerine göre konutların kullanım kolaylıkları istatistikleri üzerinden hesaplanmış konut içinde tuvalet, banyo, mutfak, borulu su imkanları olmayan konut oranlarını gösteriyor.

15 Milyon 70 bin hanenin yüzde 17,2’sinde tuvalet konut içinde değil. Yani 2,5 milyonu aşkın hanede hala tuvalet konutun dışında. Hanelerin yüzde 6,2’sinde banyo, yüzde 4,8’inde mutfak konutun dışında. Ve 2011 Türkiye’sinde hala hanelerin yüzde 11’inde, yani 1,5 milyonu aşkın hanede su, kamu hizmeti olarak hanenin içine ulaşmamış. 
Son depremin vurduğu Van’ın da dahil olduğu üç doğu bölgesindeki rakamları lütfen bir kez daha siz de kontrol edin. Kürt meselesi denen meselenin yalnızca terör meselesi olmadığını bir kez de konutlar ve niteliklerine ait rakamlarıyla dikkatinize sunarım.
Her felaket sonrası siyasetçiler,  yerel yöneticiler, mühendis odaları, müteahhitler, inşaat malzemesi sanayicileri, özetle herkes birbirini suçluyor. Ama temel soru şu: Hangisi işini doğru yapıyor. Sorun bir sistem sorunu ama onun yanı sıra en sade tanımıyla, kimsenin kendi işini ve sorumluluğunu özenle yerine getirmemesi sorunu. 
Eğitimden finansmanına, planlamadan üretimine, kayıt dışılıktan denetimine sistemin hemen her tarafında sorunlar varken, bir kesimin kendini ayırıp diğerlerini suçlaması anlaşılır şey değil.
Hele, hele medya da dahil hep beraber dönüp halkı suçlamalarını anlamak hiç de kolay değil. Hele barınma ihtiyacının önemi bilinirken,  ne arsa üretimiyle ne mühendislik hizmetlerine ulaşımıyla ne finansmanıyla desteklenmeyen ve kendi haline bırakılmış insanların ilk becerebildikleri, edinebildikleri, içine girebildikleri barınakları nedeniyle suçlanmaları… 


Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"