19 Kasım 2009

Dindarlık artıyor mu?

Toplumda dindarlık artıyor mu gibi son yılların gözde sorularından birisine geri döndük.

Son iki gündür yayınlanan bir araştırmayla toplumda dindarlık artıyor mu gibi son yılların gözde sorularından birisine geri döndük.
Meseleyi doğru anlayabilmek için önce din meselesinin var olan üç boyutundan analize başlayalım isterseniz: İnanç boyutu, ibadet boyutu ve kültürel boyutu. İbadet boyutu ya da ibadet alışkanlığı, ibadet kurallarına uyma gibi meseleler değişebilir. Kültürel boyut olarak dinin yaşanma biçimi, gündelik hayatta dini kuralların ve daha da fazla olarak dini davranışların dışarıya gösterilmesinde toplumun o günkü psikolojik, siyasi ikliminin payı olabilir. Ama sanırım inanç boyutu daha uzun sürelerde değişen, bu nedenle de değişimi anketlerle gözlenecek bir şey değildir.
Bu nedenle arttı mı artmadı mı diye sorulacak şey, toplumun dine bağlanmasındaki inanç yoğunluğunun değişmesinden daha çok kültürel yaşam biçiminde dinin yeri ve ibadet alışkanlıklarında artma olup olmamasıdır. Genellikle üç boyutu birbirine karıştırarak konuşuyoruz ve oradan da dindarlığın son yıllarda arttığı gibi bir noktaya varıyoruz sanıyorum.
Konda araştırmaları bulgusu olarak da şunu not etmeliyim: İnsanlarımıza “dindarlık açısından kendinizi nasıl tanımlarsınız?” şeklinde sorulduğunda, her yüz kişinin ikisi kendini “dini inancı olmayan, dinin gereklerine pek inanmayan birisi” (inançsız) olarak tanımlıyor. 30 kişi kendini “inançlı ama dinin gereklerini pek yerine getiremeyen biri” (inançlı), 54 kişi “dinin gereklerini yerine getirmeye çalışan dindar biri” (dindar), 12 kişi de “dinin tüm gereklerini tam yerine getiren dindar biri (sofu) olarak tanımlıyor. Elbette bu soruya cevap verirken, herkesin kendi anladığı din, inanç ve gerek tanımı üzerinden bu cevabı verdiğini de unutmamalıyız. Ama yine de bu cevaplar toplumdaki dindarlık yoğunluğu açısından önemli bir ipucu içeriyor.
Genel hayat tarzı ve değerler üzerinden bakıldığında, bizim araştırmalarımızın gösterdiği, bu dört farklı tanımlanmış küme arasında, belirgin farklılıklar hoşgörü anlayışı, kadının gündelik hayattaki yeri ve kadına bakış ile genel olarak gündelik hayat tarzındaki modernlik meselelerinde çıkıyor. Demokratlık, küresellik, çoğulculuk, algı ve beklentilerdeki iyimserlik-kötümserlik, kendisi veya ülkesi için korkularda farklılıklar olmakla beraber çok özel yoğunlukta farklılıklar gözlenmiyor.
Dolayısıyla arttı mı artmadı mı olan kısım galiba gündelik hayata ibadet alışkanlıklarının özellikle Cuma namazlarına katılımın abartılı görünümlerinde, belediyelerin iftar çadırlarına indirgenmiş ramazan ayı etkinliklerinde, pastanelerin simit afişlerine indirgenmiş kandil günlerinde gözleniyor. Bu ise dindarlığın artışını değil dini duyguların siyasette ve gündelik hayatta kullanımına dair bir mesele. Bu ise tartışılması da varsa çözümü de başka türlü ele alınması gerekli bir durum bence.

Yazarın Diğer Yazıları

25 yıl sonra yine aynı soru: Nerede bu devlet?

İzmir’de iki kişinin sokak ortasında elektrik kaçağından ölümü ve iki sahte üniversitenin ortaya çıkması bile gösteriyor ki 25 yıl sonra aynı noktadayız

Çözümden çok itirazı örgütlemek: Otokratlar seçmenin aklına nasıl giriyor?

Sistemin krizi yoksulluğu, adaletsizliği çoğaltıyor, kalıcılaştırıyor, eşitsizlik, yoksulluk popülist söylemi besliyor, popülist söylem toplumsal rıza üretiyor, krizler yumağı popülist iktidarlara otokrasi fırsatı üretiyor gibi bir sarmalın içindeyiz sanki

Kazananın tüm siyasi gücü ele geçirdiği bir “temsili demokrasi”: Türkiye’nin demokrasi krizi neden daha derin?

Bugün yaşanan krizin en belirgin özelliği, eksikli bile olsa temsili demokrasiden tümüyle uzaklaşılmış olması. Bu bakışın demokrasi tanımı, seçimlerin yapılabilmesinden ibaret. Seçim süreçlerinin demokratik olup olmaması, siyasi rekabetin yasal zemininin sorunlu olması önemli değil. Önemli olan oyların bir fazla olması ve kazananın tüm siyasi gücü ele geçirmesi