31 Aralık 2009

Demokrasiyi demokratikleştirelim

Bir yılı geride bırakırken yine ülke siyasette çözümsüzlüğün ve tıkanmışlığın pençesine düştü.

Bir yılı geride bırakırken yine ülke siyasette çözümsüzlüğün ve tıkanmışlığın pençesine düştü.  Ülkeyi yönetmesi gereken siyaset, uzun yıllardır istikrar olduğu sanılan siyasal çoğunluğa sahip bir iktidarla bile yönetemez durumda. Almamız gereken birinci ders, demek ki istikrar sayılarda değil zihniyetteymiş.  İstikrar sayılardan değil, diğerlerinin de taleplerine dikkate almaktan ve uzlaşma arayışından, uzlaşmanın vazgeçilmez siyasi yöntem olmasından geçiyormuş.
Hatırlatalım, 1983-2002 arası bu ülkede kurulmuş hükümetlerin sayısı 14 ve bu hükümetlerin ortalama ömrü 1 yıl 4 ay (3 ayrı başbakan ile 8 yıllık ANAP iktidarları dâhil). 2002 Seçimlerinden bu yana da Ak Parti iktidarı var. Geldiğimiz yer, ezici milletvekili sayısıyla bile yönetilemeyen bir ülke.
Çünkü siyasetin profesyonellerinin iktidar anlayışları da siyaset yapma anlayışları da yanlış. Dillerinden düşürmedikleri demokrasi kelimesinden anladıkları yalnızca seçimlerin yapılıyor olması. Ondan sonrası bir birinden ayırt etmeksizin tüm siyaset profesyonellerinin (belki de siyaset esnafını demek daha doğru) demokrasi anlayışları kendi özgürlük alanlarıyla sınırlı.
Müzakere yerine çatışmanın, uzlaşma yerine zorlamanın, temsil yerine yasaklamanın, kapatmanın esas alındığı bir siyaset dünyasından başka bir sonuç çıkması da imkânsız görünüyor.  Kendi içyapısında gerçek bir oligarşik yönetimin egemen olduğu partilerden de kendilerini aşacak bir demokrasi hamlesini ummak da imkânsız görünüyor.
O yüzden bu ülkenin birinci sorunu demokrasi denilen bu düzenin demokratikleştirilmesinden geçiyor. Bunun da birinci yolu önce siyaseti demokratikleştirmek, siyaset yapabilmenin önündeki engelleri kaldırmak. Her bir farklılık ve talep kendini siyasetin içinde var edemedikçe ve var olamadıkça yani siyaset çoğullaşmadıkça ve demokratikleşmedikçe bu sistem içinde temel rol dağılımı değişmeyecek. Hani futboldaki argo jargonla söylersek, bu maç değil doksan dakika sabaha kadar oynansa temel sonuçlar değişmeyecek.
Dernekler, vakıflar, sendikalar ve her türlü örgütlenme ile ilgili, toplantı ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili, fikir ve düşünce özgürlüğünün her bir alanını düzenleyen yasaların yalnızca 301. Madde ile ilgili değil tüm yasaların anti demokratik unsurları temizlenmedikçe, seçim barajı kaldırılmadıkça doğal ve demokratik siyasal ortam oluşamayacak.  Örgütlenmenin, düşünce ve ifade özgürlüğünün, medya özgürlüğünün, siyasi partiler yasasının bu kısıtlayıcı ve yasaklayıcı kuralları içinde kısır siyaset ülkenin demokratikleşmesini de geleceğini de rehin almaya devam edecek.
Örneğin tüm partilerin, neredeyse eğitimli kitlenin çok önemli bir kısmının şikâyetçi oldukları DTP (veya şimdi BTP) yalnızca atfedilen merkezlerden, mekânlardan, kişilerden güç almıyor. Bu seçim barajı ile gerçekten demokrat Kürt yurttaşların önündeki bu engel yeni ve demokrat girişimleri de engelliyor.
Tüm bunların bilinmediğini de sanmıyorum. Bu topraklarda yıllardır demokrasi söyleyip demokrasi çağırıyoruz. Bu topraklar üstünde ve bu gök kubbe altında demokrasi adına söylenmemiş söz ve fikir de kalmadı. Ama buna rağmen neden başaramıyoruz?
Çünkü bunu başarması gereken siyaset bizatihi kendisi demokrasiye inanmıyor. Onların dillerindeki demokrasi söylemi devlet gücünü ellerine geçirene kadar geçerli. Bakın etrafınıza bugünlerde ya da son yıllarda en demokrat görünenler bile en çok eleştirdikleri kadar tepeden inmeci, diğerleri kadar tepeden her şeyi düzenleme taraftarı.
Devlet gücüne hükmetmenin getirdiği maddi ve manevi yararlar hala o kadar yüksek ki iktidara geldiğiniz andan itibaren demokratlık değil haramilik geçerli hale geliyor. Bu siyaset dünyası elbette yalnızca parti yöneticileri ve temsilcilerinden ibaret değil. Bu dünyanın içinde ve yanında yer alan medya da dibine kadar bu demokrasi ve güç oyununu bir parçası halinde.
Şimdi tekrar döndük dolaştık daha önce de uzun yıllar yaşadığımız siyasi tıkanıklığa geldik. Bakmayın siz bugünlerde yine çoğalan darbe çağrılarına ya da demokrasi çığlıklarına. Tüm olan biten, tıkanmış ve devlet ile tanrı arasına sıkışmış, müzakere ve uzlaşma yerine bir birini yok etme sevdasına ve şehvetine kapılmış siyasi aktörlerin her bir yumruk sonrası nara ve ağlayışları.
Yeni yıl için tek içten dileğim, bu aktörlerin kör dövüşünün raunt arasında aklıselimle bir kez olsun düşünmeleri. Bu olanlar demokrasi ise neden toplumun yarısı panikte ya da bu olanlar darbe çağrılarını meşrulaştıracak kadar vahimse neden bu toplum hala bu partiye ezici çoğunlukla iktidar yolunu açıyor?

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"