Son otuz, kırk yılın değişen hayat ritmi ve siyaset eliyle çözülemeyen toplumsal, siyasal sorunlar nedeniyle sade bireylerin zihin haritalarında iki önemli değişiklikten söz ediyordum önceki yazıda.
Birincisi zihinlerimizde bireysel hayat ile ülke hayatının tümüyle iki ayrı katmanda, iki ayrı zaman diliminde, iki ayrı duygu hâli ve bakışla yaşanmakta oluşuydu.
İkincisi ise değerler ile gündelik hayat pratikleri arasındaki farklılaşmanın genişlemesi.
Değer dediğimiz şey özü itibariyle bir ölçüt. Kişilerin gündelik hayattaki düşünce, tutum ve davranışlarının toplumun ortak değerlerine göre ölçülmesi, değerlendirilmesi bir bakıma. Neyin iyi, güzel ve doğru; neyin kötü, çirkin ve yanlış olduğunu gösteren ölçütler. Bir aidiyet grubuna, topluma dâhil olan bireyin tutum ve davranışlarında uymak, en azından dikkate almak zorunda olduğu o grubun ya da toplumun yazılı olmayan ahlaki ilkeleri.
Teorik tanıma göre bir aidiyet grubundan ya da toplumdan söz edebilmek için o grubun ya da toplumun ortak hedefleri, ilgili konularda başvurulacak benimsenmiş norm ve değerleri, normlara saygı gösterilmesi ve ihlal edilmesi durumunda uygulanacak ödül ve ceza gibi yaptırımların benimsenmiş olması gerekiyor.
Sorun da değerlerin ve toplumun bu teorik tanımlarıyla yaşanan pratiğin çelişkisinden çıkıyor. Çünkü bu ülkede “biz” tanımı parçalanalı, toplumsal gettolaşma başlayalı çok oldu.
Modernleşme, Batılılaşma veya toplumsal dönüşüm, nasıl adlandırırsak adlandıralım son yüz yılda bu toplumun yaşadığı dönüşüm ve değişim süreçlerine hiçbir ekonomik, toplumsal ve kültürel küme kendi kimliğiyle katılamadı. Örneğin Murat Somer’in tanımıyla Kürt meselesine, Kürtlerin modernleşme süreçlerine ve o süreçlerin ürettiği sorunların çözümüne kendi kimlikleriyle katılamamalarının sonucu olarak da bakmak mümkün.
Tüm bu dönüşüm ve değişim Türk, laik, Sünni bir elit tarafından tasarlandı ve yürütüldü. Bu süreçler boyunca tüm farklılıklar yok sayıldı. O nedenle yalnızca Kürtler değil, Aleviler, dindarlar, emekçiler gibi hemen tüm toplumsal ve kültürel kümeler de katılamadı.
Toplumun büyük kısmının öznesi değil hedefi olduğu bu süreçler sonucunda Şerif Mardin’in de işaret ettiği gibi iyi, doğru, güzelin ortak referansları ve tanımları da üretilemedi.
Farklı kümelerin farklı, iyi, doğru, güzel tanımları ve referansları gelişti. Ortak değer alanı daraldı.
Yine benzer nedenlerle devlet aygıtı ve hukuk hem kurucular ve egemenler tarafından yurttaşları denetlemek esaslı kuruldu hem de toplumun büyük kümeleri tarafından içselleştirilmedi.
Devlet ve hukuku, bireysel hayatlara dâhil edilmeden, mümkünse ilişilmeden uzak durulması gereken kurumlar ve güçler olarak algılandı.
Son otuz, kırk yıl boyunca dünyada ve ülkedeki değişikliklere paralel olarak bu kurucu model ancak siyaset eliyle reforme edilebilirdi. Ama siyaset sorun çözme kapasitesinin düşüklüğüyle bunu beceremedi. Her geçen gün toplumun devlete, hukuka ve siyasete güveni daha da aşındı.
Bir yandan toplumun referanslarına güveneceği yeni ve ortak değerlerin oluşmaması, öte yandan da devlete ve hukuka güvensizlik. Bu durumda bireyler, değerlerine, bu değerlerine olan inançlarına karşın gündelik hayat pratiklerinde farklı davranmayı meşru görmeye başladı.
Hiç kimse kaçak inşaat yapmanın ya da kırmızı ışıkta geçmenin doğru olduğunu savunmuyor. Öte yandan devlete, hukuka ve ülke hayatı zemininde diğerlerinin değerlerine güvenmediği için, kendisi de kendi bireysel sorunlarını çözmek için, değerlere ve kurallara uymamayı meşru görüyor.
Gündelik hayatında her türlü kentli hayat pratiklerini yaşayan gence bile sorduğunuzda yaptıklarını değil gelenekler, ahlaki değerler gibi doğru bildiklerini savunuyor.
Değerler ile hayat pratikleri arasında bireysel tutum ve davranışlarda farklılık olması bir ölçüde bireyin naturasında olan ve tüm toplumlarda gözlenen bir durum. Fakat bizde farklı olan bu açığın yaygın ve sistematik olması ve de giderek de büyümesi.
Bu durumda olan şey şu: Bir yandan bireysel hayatıyla ülke hayatını farklı katman, zaman ve zihniyet dünyasında yaşamak, öte yandan doğru diye bilinenler ile hayat pratikleri arasında genişleyen açıklık.
Bu zihni haritası, toplumun ortak yaşam iradesinin zayıflaması, hemen her farklılık üzerinden kutuplaşma hâli, hemen her sorunu bir gerilim ve kavga zemini olarak görmek gibi oldukça sorunlu bir gündelik hayata işaret ediyor. O zaman da “biz” olabilmek kolay olmuyor.
(Taraf - 24 Ocak 2013)