01 Ekim 2013

Cumhurbaşkanı'nın konuşması: Başbakan ile rekabet mi, birbirini tamamlama mı?

Cumhurbaşkanı’nın Meclis yeni yasama yılı açış konuşmasında bazı kesimlerin ifade ettiği gibi çok özel ve anlamlı kılacak bir içerik yoktu

Cumhurbaşkanı’nın Meclis yeni yasama yılı açış konuşmasında bazı kesimlerin ifade ettiği gibi çok özel ve anlamlı kılacak bir içerik yoktu.

Cumhurbaşkanı adeta dün Başbakan’ın demokratikleşme paketi açıklaması ve etrafındaki tartışmaların önüne geçmek istemiyor gibiydi. O nedenle konuşmada manşetlik cümle de yoktu.

Cumhurbaşkanı’nın konuşması iki bölümdü. Konuşmanın birinci yarısı demokrasi vurgusu ve anlayışı üzerineydi.

Cumhurbaşkanı bir yandan kutuplaşmaya ve ürettiği sorunlara dikkat çekti ki devletin en üst katından gelen bu alarm anlamlıydı. Özellikle toplumsal meselelere çözümlerin kutuplaşma dışı ara ve gri alanlardaki uzlaşmalardan çıkacağı vurgusu yerindeydi.

Bir yandan demokrasi vurgusu diğer yandan da seçim / sandık vurgusuyla hükümetin pozisyonuyla paralel olduğunu gösterirken demokrasinin katılımcılık boyutundan bahsetmedi bile.

Gezi’yi genç, kentli, dinamik Türkiye’nin göstergesi olarak değerlendirirken Gezi etrafındaki manipülasyonlara da dikkat çekti.

Özgür basın, dedi ama basını sorumluluğa da davet etti. Muhalefet, dedi ama muhalefetin de etkin ve güçlü olmadığını ima etti.

İkinci bölüm - ki konuşmanın yarı süresi idi - dış politika odaklıydı. Bilindiği gibi ilk kez AK Parti 2011 seçimlerinde dış politika meselesini seçim beyannamesinin ve kampanyasının ana eksenlerinden birisi yapmıştı. AK Parti’nin 2011 seçim beyannamesi ve kampanyası eğitim-sağlık-konut-ulaştırma ve dış politika şeklinde beş ana eksenin üzerine oturuyordu.

Dış politikaya bu vurgu yalnızca Davutoğlu’nun stratejik derinlik yaklaşımına değil, aynı zamanda hükümetin, “artık Türkiye’nin bölgede ve dünyada etkin bir rol oynayacak güce ulaştığı” kabulüne dayanıyordu. Bu konuda bugün nerede olduğumuz ayrı bir tartışma konusu fakat Cumhurbaşkanı konuşmasıyla yalnızca tarih-ekonomik güç-askeri güç-coğrafya-komşuluk-kardeşlik yanı sıra bu varsayılan güce “işleyen demokrasi” unsuru da atfetti.  

Altı çizilmesi gereken cümlelerden birisi, Avrupa Birliği’ne değinirken “ülkenin 200 yıllık tarihin ışığında stratejik yöneliminin” yönünü de gösterdiği vurgusuydu.

Bu özete ve notlara baktığımızda görünen, kimi medyanın ve eski egemenlerin umduğu gibi bir Abdullah Gül – Recep Tayyip Erdoğan rekabeti değil, birbirini tamamlayan, gelecekte de karşı karşıya gelme olasılıkları zayıf iki liderdir. Tarzları, üslupları farklı olabilir, kimi günlük konularda farklı pozisyonları olabilir ama ideolojik yönelimleri, ülkeye dair vizyon ve hedefleri arasında farklılık özü itibariyle yoktur. Bana kalırsa olmayacaktır da.

Bence bugünün en anlamlı ve manşetlik sözü Cemil Çiçek’ten geldi. Meclis Başkanı’nın son iki yıldır yeni anayasa konusundaki yoğun gayretini gözlemiştik. Bugün de yine yeni anayasa ihtiyacının vurguladı.

En anlamlı ve günün manşeti olan söz ise Meclis Başkanı’nın milletvekillerine yaptığı şu hatırlatmaydı. “Tüm partiler 12 Eylül Anayasası'nın değişmesi gerektiğini söylüyor. Ama öte yandan bu Meclis’in yaptığı her yasa hala o 12 Eylül Anayasası'na uygun olup olmadığına göre denetleniyor.”

 

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"